Sürece Yalın Bakmak
17 Aralık operasyonundan birkaç gün sonra yazdığım yazıda,
“İlk söylenecek söz, bu, mide bulandıran kirliliğin hangi nedenle olursa olsun ortaya çıkmasıdır. Bu kirliliğe bulaşanlar hem toplum vicdanında hem de mevcut yasalar çerçevesinde mahkum edilmeli, siyasi yaşamın tümüyle dışına atılmalıdır.”
“Politikada çifte standart –siz ikiyüzlülük olarak da okuyabilirsiniz- eninde sonunda sahibini vurur, onları da vurdu, hem de tüm kirlerini göstererek vurdu. Vuranların derdi kirleri göstermek miydi, hiç emin değilim. Barış Sürecini çökertmek üzere derinde ve pusuda yatanların varlığı, ortaya çıkan mevcut kirlilik kadar, herkesin malumu.” demiştim.
Aslında o gün söylediklerime bugün ekleyecek fazla bir şey yok. Ama ortalık biraz daha toz dumanla kaplanmış göründüğü için, olayları elden geldiğince en yalın haliyle görmeye çalışıp, politik ve ahlaki bir duruş saptamak gerekiyor. Gerekiyor, çünkü iktidar ve demokrasi karşıtı güçler demokrasi bilincini, ahlaki değerleri zehirleyen bir bombardımana geçtiler. İktidar, milyon dolarlarla ifade edilen yolsuzluk ve rüşvetleri görmezden gelmemizi, düne kadar Silivri kapılarında darbecilerin kuyruğunda dolaşanlarsa Ergenekoncuların “masumiyetini” anlatmaya başladılar. İktidar kendi kirini diğer kirlilerle kapatma yoluna girdi, darbecilere göz kırpmaya başladı. Darbeciler ve sözcüleri, ortalıkta demokrasi kahramanı gibi dolaşır oldular.
Bu süreçte, polisi, yargısı, bürokrasisi ve mali kurumlarıyla bize devlet diye yutturulan aparatın nasıl bir kirlilik içinde yüzdüğünü, nasıl güvenilmez ve halka yabancı bir kurum haline geldiğini bizzat onların sözleriyle öğrenmiş olduk. Meğer hukuk ve emniyet tam bir keyfilik içindeymiş, canlarının istediklerini gözaltına alıp tutukluyor, insanların hayatlarını karartabiliyorlarmış. “Paralel Devlet” dedikleri güç sadece politik olarak devlet içinde değil, ekonomik örgütlenmesiyle de milyar dolarları kontrol ediyormuş. Bu milyar dolarların bahis konusu olduğu ilişkilerin içinde ne tür pislikler döndüğünden pek haberdar değiliz. Sadece bundan değil, bizim gibi insanların devletin derinliklerinde nelerin döndüğünü tümüyle bilme şansı yok. Bu devletin bize görünen yüzü ayrı, bürokrasinin, finans merkezlerinin, borsaların kapalı odalarında yaşananlar daha ayrıdır.
Hukukun, emniyetin, bürokrasinin nasıl keyfilik içinde çalıştığını anlatanlar, sıra günümüzün en yakıcı demokratik - politik sorunu Kürtlere geldiğinde, on bin silahsız Kürt politikacının neden ve nasıl tutuklandığını, neden halen zindanlarda tutulduğunu, ölümcül hastaların neden serbest bırakılmadığını ağızlarına almıyorlar. Kendi kirli hesaplaşmalarını seyredip taraf olmamızı bekliyorlar. Bu coğrafyayı yeniden cehenneme çevirebilecek Barış Süreci’nin kesintiye uğraması onları ilgilendirmez görünüyor.
Ne yapmalı?
Öncelikle “bilgi kirliliği” ve “detayların” içinde boğulmamak gerek.
Ortaya çıkan rüşvet skandalı, çıkış nedeni ne olursa olsun, bir kirliliktir, bunun hesabı verilmeli, verilene kadar takipçisi olunmalıdır. Kim bu kirliliğe bahane bulmaya çalışıyorsa, basitçe, “sende mi pay aldın” diye sorulmalıdır.
Bu topraklarda yaşayan insanlar darbelerden, darbecilerden, kısacası askeri vesayetten çok çekti, hiç hazzetmedi. Son yıllarda darbecilerin siyasi yaşamın dışına atılması çok önemli bir demokratik kazanımdı, bu korunmalı, darbecilerin aklanmasına izin verilmemelidir. Kim savunmaya kalkarsa, Menderes, Deniz Gezmiş, Erdal Eren anımsatılmalıdır.
Yüz yıldır süren Kürt sorunu ilk kez silahlar patlamadan çözülme ihtimaline kavuştu. Bu sorun çözülmeden bu coğrafyada huzur mümkün değil ve muhatabı Öcalan. Bu sürecin kesintiye uğramaması için Kürtlerin yanında durulmalı, mücadele yükseltilmelidir. Kim karşı çıkarsa, hiç lafı uzatmadan, “kanla beslenen vampir olduğu” yüzüne vurulmalıdır.
“Paralel Devleti” bu başlıklar temelinde tasfiye ettikleri görülürse, sivil siyaset ve demokrasi kazanacağı için desteklenmeli.
Ama gerisi ne benim işim, ne de bizim işimiz.