Şuradan Buradan Her Halukarda Memleketimden Manzaralar Üzerine
Milli irade yanılır mı?
Yanılabilir… Yanılabileceği için, demokrasilerde bağımsız kurumlar (yargı gibi) ve özerk kurumlar (Merkez Bankası, Üniversiteler, Meslek ve Sivil toplum Örgütleri gibi) ihdas edilmesi cihetine gidilir. Değil mi ki milli irade, nasıl desek, biraz çocuk gibidir, elle tutulur gözle görülür şeylere meyillidir; pragmatik (faydacı) ve pratik (kolaycı) düşünür yani popülizme açıktır. Risklere karşı kırılgan oldukları için (işini kaybetmek, servetinden olmak) istikrardan (hâlihazır pozisyonlarının devamı) yanadırlar. Uzun uzadıya düşünmekten, inceden inceye analiz etmekten sıkılır. Onun için yanılabilir… 12 Eylül 1980 de yanılmıştır. 1982 Anayasasının üzerinden 10 yıl bile geçmeden, anayasayı değiştireceğim diyen her partiye az ya da çok destek vermiştir. 12 Eylül 2010 referandumunda yanılmıştır, üzerinden 3 yıl geçmeden HSYK konusundaki değişiklikler için “yanıldık, düşünemedik” diyen iktidar partisine destek vermektedir.
Onun için milli iradenin bu açığını hukuk üreten yargı, analitik düşünen Meslek ve Sivil Toplum kuruluşları, uzun vadeli öngörülere kafa yoran üniversiteler, kısa ve orta vadeli çözümlere yönelik teknokratlar kapatır.
Böyle olmazsa, işte, didişir dururuz…
Jakobenlik iyimidir, yoksa?..
Her partinin tüzüğüne baktığımızda aşağı yukarı aynı şeyleri görürüz devlet ve millet lehine… Ama uygulamada hiç de öyle değildir. Temsili demokrasilerde her iktidar biraz jakoben (tepeden inmeci) olmak zorundadır. Çünkü temsili demokrasilerde milli iradeden genel bir “olur” alır siyasi partiler. Hele de temsilin önünde barajlar varsa milli iradenin bu “oluru” genellikten bir miktar uzaklaşır. Bundan sonra inisiyatif iktidarın eline geçer. Ve halk adına ama bazen de halka rağmen karar ve uygulama süreci başlar. Çünkü siyasi partiler vaatlerle iktidarlara gelirler ama akıl, bilim ve dünya gerçeklerini göz önüne alarak yönetim sergilerler… Ta ki, yeni bir “olur” alma (seçimler) sürecine kadar. Bu süreçte milli iradeyi ikna turları başlar. Milli irade ikna olursa yeni bir “olur” ile yola devam edilir. Ve fakat bu “ikna turlarının” açık, şeffaf, samimi, özgür ve adil olması gerekir. Bu yoksa siyasi jakobenizmden söz etmek mümkündür.
Ama bir güç vardır ki bunların jakoben olması determinizmin (evrensel akıl)gereğidir. O güç ise akıl ve erdemdir. Somut olarak bilim ve akil adamlarıdır. Bunlar siyaset ve seçmen arasında popülizm (halk dalkavukçuluğu) konusunda denge unsurudur. Sonuç olarak siyasetin jakoben olması arzulanmaz ama akıl ve erdem jakoben olmak zorundadır.
“Yolsuzluk” ve “Kumpas” ikileminde kalan merkez ve merkez sağ seçmenin seçenekleri
Siyasi yelpazede en geniş kitle merkez seçmendir. Bu kitle risk sevmeyen, köklü değişimlerden hoşlanmayan, bir değişim olacaksa kendi pozisyonunu çok da fazla sarsmadan olmasından yanadır. Yani özü itibariyle muhafazakârdır. Gelenekçi (inanç ve değerler) yanı ile batılı (akıl ve bilim) yanında yaşamın pratiğinde gel-gitlerle görülür. Kitle partileri de bu geniş kitleye sağdan ve soldan nüfuz etmeye çalışırlar.
Ak parti bu gerçeği yakalayarak ve “milli görüş” gömleğini çıkararak bu seçmenin seçimine talip olmuş ve başarmıştır. Ak Partinin genlerinden gelen, İslami inanç ve değerler sistemini yer yer siyasete taşıması merkezin bazı kesimlerini (laik, sekiler) rahatsız etmektedir. Bu rahatsızlık yer yer de sunulan refah ve siyasal risk almamak için genel bir “istemezük”e dönüşmez. Ak Parti 2011 de yakalamış olduğu % 50 seçmenini yanında tutmak için, artık kendi çöplüğü olan bu alanda başka partilerin yeşermesine izin vermemektedir haklı olarak. Eski merkez partileri iyice gözden düşürmüş, yer yer kadrolarını kadrolarında yer vermiş; yer yerde kurulan partileri bünyelerine alarak eritmiştir.
Son AK Parti-Cemaat çatışmalarının su yüzüne çıkardığı “yolsuzluk” ve “kumpas” vaziyetleri ile AK Parti’den merkez seçmenin kaçma ihtimali var gibi görünüyor. Bu seçmenin gideceği adres, AK Parti’nin yarattığı bloklaşma nedeniyle (siyaseten bir başarıdır ki bu rahmetli Özal’ın 2,5 partili bir sistem rüyasıydı), ya MHP’dir ya da CHP. (Kürt seçmenlerin bir kısmı ise şovenist söylemlerine karşın liberal ve sol aynı zamanda laik bir parti olan BDP’yi seçebilirler.)
MHP için bu seçmenlerin kendilerine gelmesinde bir sorun olmaz. Ama artık AKP ile doku uyuşmazlığı yaşayan, MHP ile de bu doku uyuşmazlığını yaşayabileceğini düşünen bir kısım merkez sağ seçmen için yön CHP olacak gibi görünüyor. Bu durumda CHP ister istemez bu merkez sağ seçmene yanaşmak zorunda kalacaktır. Çünkü kendi doğal tabanı ile iktidar olması mümkün görünmüyor. Aslında bir kitle partisi olan CHP’nin bu yeni seçmeni dışlaması da mümkün değil. Bu yeni seçmen kitlesini dışlasa, öteden beri ileri sürülen “CHP iktidar olmak istemiyor” eleştirilerini haklı çıkarır durumda kalacaktır. Bu seçmen kitlesine kucak açsa bir kısım doğal tabanının sandığa gitmemesine neden olacak? İşte burada, parti yönetiminin yöneticilik yetenekleri önem kazanacak gibi görünüyor. 06.02.2014
Asım SES