Sünnet ve Asrımızda Sünnet Algısı
Sünnetin kelime anlamı: İzlenen yol, yöntem örnek alınan uygulama… Terim anlamı ise; fıkıh, fıkıh usulü, hadis ve kelam ilimlerinde farklılık göstermekle birlikte bunların hepsi Resul-î Ekrem’le ilişkili olma,
onun yolunu izleme noktasında birleşir. [İslam ansiklopedisi TDV c: 38 s: 150]
Konumuza birkaç soruyla başlamak isterim: İslam toplumunda sünnet anlaşılıyor mu? Anlaşılmıyorsa neden? Veya nasıl anlamalıyız?
Son zamanlarda, peygamberi/sünneti çağa taşımak, sünneti anlamak adında çalışmalar yapılıyor, konferanslar veriliyor ve kitaplar basılıyor.
Sünnetin şümullü bir tarifi, sünnetten maksadın ne olduğu, sünnetin ruhu ve manası üzerinde ciddi tartışmalar yapılıyor ve bazen de bu tartışmalar gündeme yansıyor.
Sünnet etimolojik olarak yol, metod, prensip, kanun ve adet gibi anlamlara geliyor.
Terim olarak da Sünnet; Hz. Muhammed (s.a.s.) in efali/yaptıkları, akvali/söyledikleri ve yanında yapıldığında mani olmadığı takriridir.
Biz buna, Hz. Muhammed’in “Hayat tarzı, yaşam biçimi” de diyebiliriz.
Sünneti çağa taşımak için önce sahih bir şekilde sünneti anlamak gerekir, peygamberi anlamak için de Kur’ân’a yani Allaha kulak vermek gerekir. Kur’ân bize Rasulüllah’tan bahsediyor, koordinatları bize o veriyor, bizden de bu koordinatların içini doldurmamızı istiyor.
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki, Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın…’Muhammed, ancak bir peygamberdir. Ondan önce de peygamberler gelip geçmiştir. Şimdi o ölür veya öldürülürse gerisin geriye (eski dininize)mi döneceksiniz? Kim gerisin geriye dönerse, Allah’a hiçbir zarar veremez. Allah, şükredenleri mükâfatlandıracaktır. 3/31- 144”
Elbette yalnızca Kur’ân’dan tanımayacağız. İlk dönem eserlerine inmek ve bence en önemlisi Kur’ân’ın indiği, peygamberin içinde yetiştiği “Nüzül ortamını” bilmek gerekir. Hadis usul, istinbat ve istihrac hükmü kaidesi ile beraber, hadislerin sebebi vürudunu da anlamak ve araştırmak hadisi ‘anlama’ konusunda önemlidir.
Bu saydıklarımız sağlıklı bir anlam için olmazsa olmazdır. Başka bir ifadeyle bu usul ve tetkiklerden habersiz olanların, hadis yorumlamaması gerekir. Böyle bir yorum da bulunurlarsa dahi sıhhatli ve faydalı bir istihraç yapamayacaklarını da burada belirtmek isterim.
Sünnetteki espiriyi kavramak için, “De ki: ‘Ben size, ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ben gaybı da bilmem. Size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. Ben sadece, bana gönderilen vahye uyuyorum.’ De ki: ‘Görmeyenle gören bir olur mu? Siz hiç düşünmez misiniz?’ 6/50” hitabı temel alınarak körü körüne taklitçilikten ziyade, bilinçli bir takipçi olarak hareket etmemiz gerekmektedir.
Sünnet olsun diğer ilimler olsun bir ilim dalını anlamanın yolu onun tarihsel geçmişini, o alanda yazılan klasik eserleri, tarihsel bagajı iyi bilmekten geçer.
Bu, sadece kendini selefe yaslamakla değil, geçmişten alınan bilginin tenkidi yapılarak sahih ve sağlıklı bilgiyi elde etme çabası şeklinde olmalıdır. Yani bu tenkid sadece tenkid olsun diye olmamalıdır/yapılmamalıdır. Burada selefe karşı olduğumuz veya saygısızlık etmiş olduğumuz anlaşılmamalıdır. Aksine biz, seleften aldıklarımızı daha da ileriye götürme azminde olmamız gerektiğinin altını çiziyoruz…
İmam Şafinin; "Hadis sahih olunca, benim mezhebim odur. Böyle bir durumda, hadisle çatışan bana ait sözü duvara çarpın" söylemi çok manidar ve ön açıcıdır.
Ölçümüz ne eskiye hapsolmak ne de yeniyi ilahlaştırıp eskiyi tasfiye etmek olmalıdır.
Sünnetten maksat, Hz. Muhammed(s.a.s.) ise ki odur/olmalıdır, öyleyse sünnet anlaşılmamışsa bence; değil sünnet, Hz. Muhammed (s.a.s.) ve dolayısıyla nübüvvet makamı da anlaşılmamış demektir.
Bu ilk etapta yüzümüze çarpan ağır bir tokat gibi gelen ağır bir ‘itham’ olabilir lakin yazının sonunda hak vereceksiniz, sizden biraz sabırlı olmanızı istirham edeceğim. Ki sabır da sünnetin olmazsa olmazları arasında ilk sıralardadır.
Allah resulüne ilişkin bizde; ya geleneksel ya da modern bir tasavvur var. Yani; Hz. Peygamber’in (s.a.s.), bizden istediği evsat/orta yolu burada da bulamıyoruz.
Bu geleneksel veya modern algı adil ve mutedil olmaktan uzak ifrat veya tefrit derecesindedir. Bu hal bir türlü normalleşmemektedir ki kanaatimce sıkıntıların çoğu da bundan kaynaklanmaktadır. Müslümanlar bir türlü asıl vasıfları olan ümmet-ul vustâ/ aşırılıktan sıyrılarak orta ümmet penceresinden eşyaya, insana ve hadiselere bakmaya muvaffak olamamaktadırlar.
Birçok neden vardır ki bunlara bir de kendi siyasi algı ve milli anlayış penceresinden bakmak da eklenince işin içinden çıkılmaz olur. İşte bunlardan ötürü, günümüz Müslümanlarında sağlıklı bir peygamber modeli ve dolayısıyla sahih bir sünnet olgusu olduğunu söylemek zordur.
İki aşırı uçta duran bir peygamber/sünnet telakkisi var; birincisi gelenekçi yani yüceltmeci, kutsayan, ikinci şari yapan, insani vasıfları ve özellikleri örten, ‘Kul olmaktan çıkarıp’ örnek almayı imkânsızlaştıran bir tasavvur. Diğeri de peygambere postacı muamelesi yapıp tarih içerisinde bir döneme mahkum eden, peygambere tarihi bir kişilik olarak muamele edip onun misyon ve vizyonunu unutturan bir algı biçimi… Peygamberin sünnetini önemsizleştiren, örnekliliğini unutturan, pratiği yadsıyan bir algı biçimidir.
Geleneksel tasavvur Allah resulünü; üretmeyi, taşımayı, yaşamayı önceleyen değil; yüceltmeyi (Sanki yüce olan Allah tarafından yeterince yüceltilmemiş gibi. Yücelerden yüce olan Allah, resulünü yüceltmiş ve ne kadar yüceltirsek yüceltelim, Allah’ın; resulünü yücelttiği kadar yüceltemeyiz) öncelemiş. Bu anlayış masum gibi duruyor ama çok vahim bir sonucun habercisi...
Unutmayın ki Allah, peygamberden söz ederken; “Kulunu” demektedir.
Diğeri, iki yüzyıla yakın bir zamandır oryantalistlerin de çabasıyla birkaç yerde ‘Kur’aniyyun (Kur’ancılar) olarak adlandırılan grupta “Kur’an yeter” parolasıyla yola çıkarak hareket eden gruptur. Bunlar sünnetin önemine, gerekliliğine, örnekliliğine ve sıradan ‘Bir insan’ın sözüymüş gibi değer vermeyen bir tasavvur oluşturmaktadırlar.
Oysaki Enes İbn-i Malik (r.a): “Nice Kur’an okuyanlar vardır ki Kur’an onlara lanet eder.” demektedir.
Selef (geçmiş büyükler)den bazıları buyurdular ki: Bir kul Kur’ân’dan bir sure açar (okumaya başlar), o sureyi bitirinceye kadar, melekler kendisine dua eder. Bir kul da bir sureye başlar bitirinceye kadar, melekler kendisine lanet eder.
Bunun üzerine o zata: Bu nasıl olur? diye soruldu. O da cevaben buyurdu ki: Bir sureyi okuyan kişi, o surenin helalini helal, haramını haram kabul ederse, melekler ona dua eder. Yok, aksi olursa melekler ona lanet eder.
Sağlıklı olmayan bu her iki algı da değil, Allah ve resulünün istediği bir frekans ile sünneti okuyup algılamamız dileğiyle…