Sünnet: Geleneğin Güçlü Önyargısı
İlgi çekici bir konu değil mi?
Ne de olsa cinsellikle ilgili bir yanı var.
Böyle bir yazı aklıma kolay kolay gelmezdi. Tesadüfen sünnet üzerine bir makale okuyunca, dogmaya dönüşen kimi geleneklerin
müthiş bir güç olduğunu ve yüzlerce yıl boyunca etkinliğini yitirmeden sürdürdüğünü görüyoruz.
Bu konunun dinlerle ilgili yanlarını öyle uzun boylu bilmem. Sünnetin tek tanrılı dinlerden önce de bazı topluluklarda (Mezopotamya uygarlıklarında, eski Mısır’da) sınırlı ölçüde uygulandığından söz edilir.
Sünnetin tek tanrılı dinlere girmesi, Eski Ahit dediğimiz Tevrat ile oldu.
Tevrat’ta İbrahim Peygamberin yaşının epeyi ilerlediği bir döneminde kendi kendini sünnet ederek tanrıyla sözleşme yaptığı anlatılır. Sünnet, İbrahim soyunun tanrıyla sözleşmesinin kanıtı olarak uygulanıyor.
Tevrat’ta sünnet ile ilgili ilginç bir bilgi daha var: Peygamber ve kral Davut’un anlatıldığı bölümlerde Filistinlilerle yapılan savaşlarda Yahudi askerler, öldürdükleri Filistinli askerlerin gulfe derilerini (penis başını örten deriyi) keserek dağarcıklarına koydukları anlatılır.
Bunun iki nedeni var: Her Yahudi (Musevi) askerin ne kadar düşman askeri öldürdüğünün sayısını kanıtlamak ve sünneti bir dini vecibe gören Musevilerin sünnetsizleri sünnet ederek kendilerince bir sevap kazandıkları inancıdır. Gerçi bu uygulama uzun süre devam etmemiştir.
Bu sevap kazanma meselesi, kulağınıza hiç yabancı gelmese gerek!
Anadolu’da sevap kazanma uğruna ‘inancı sınır tanımayan Türkler’ tarafından az ‘gavur’ sünnet edilmedi!
Şimdi soruyu doğrudan soralım: İslam’da sünnet dini bir şart mıdır, değil midir?
İslami camiada cılız da olsa bir tartışma başlamış durumda. Aslında çok da geç kalınmış bir tartışma bu.
Sünneti savunan kesimin, sünnetin hem Müslüman olmanın şartı, hem de tıbben gerekli ve sağlıklı bir işlem olduğu şeklinde iki gerekçeleri var.
İslami camiada buna karşı çıkan az sayıdaki kesim ise, bu iki gerekçenin gerçekle ilgisi olmadığını, bunların saçma ve uydurma olduğunu söylüyor.
İslam’da sünnete yer olmadığını ve Kuran’da sünnet olmaya ilişkin hiçbir cümlenin yer almadığını söyleyen kesim, sünnet şartının İslam’a tefsirciler tarafından sokulduğunu belirtiyor. Tefsircilerin yüzlerce uydurmasından birinin de bu sünnet işi olduğunda ısrar ediyorlar.
Sünneti İslam’ın şartı olarak gören kesim, Kuran’da sünnete dair bir belirlemenin olmadığını kabul ediyor (Yoruma bile meydan verecek kadar hiçbir anıştırması dahi olmayan bir konuya var diyemeyecekleri için), ama sünnetten İslam’ın şartı olarak bahseden sahabelere ve tefsircilere de güvenmek gerektiğini söylüyor.
İşte tam bu noktada bir Yahudi geleneğinin İslam’a dini vecibe gibi sokulmasını sağlayan bu tefsircilerin eleştirilmesi ve onlara inanılmaması gerektiğini belirten sünnet karşıtı azınlık kesim, İbrahim Peygamberin 80 yaşında kendini baltayla/keserle sünnet ettiği hikâyesinin gülünç ve aşağılayıcı olduğunu ekliyor.
Sünneti savunan kesimin bunlara cevapları pek yok!
Sünnetin tıbbi yararları olduğu savına gelince; sünnete karşı çıkan kesim, bunun bir balon olduğunu, sünnetin tıbbi faydaları diye anlatılan her şeyin bir yalan olduğunu onlarca bilimsel araştırmanın ortaya koyduğunu referanslar vererek anlatıyor. Ve özellikle sünnet ekonomisinin her yıl yüzlerce milyon dolar tuttuğunu, ABD’de bile sünnetin yaygınlaştırılması çabalarında bu çıkar ilişkisinin yattığını ekliyorlar.
Sünnete karşı olan kesimin argümanlarında sünnet sırasındaki sakat kalma (eski koşullarda yüksek bir orandı), kesilen deriyle penisin kısa kalmaya zorlanması, penis başı sinirlerinin öldürülmesi, sünnet korkusunun çocuklarda travmalara yol açmasından kaynaklı cinsel sorunların olması gibi ihtimaller yer almakta. Sünnet operasyonunun tıbben gereksiz ve hatta zararlı olduğunu iddia eden sünnete karşı kesimin argümanlarına, sünneti savunanlar tarafından, bildiğim kadarıyla ne dinen ne de tıbben tutarlı bir eleştiri yöneltilemiyor.
Gündemde bir yığın konu varken sünnet de nerden çıktı demeyin.
Hepimizi ilgilendiriyor.
Başta da Ali Tarakçı’yı.
İki yiğidin pipisine, n’eder bilmem!
Bana kalsaydı ne kendim ne de çocuklarım için hiç bu işlere girmezdim!
Bana kalsaydı…
İşte geleneğin gücü ve yarattığı önyargı!
İşte bu devasa geleneğin içinde aç bir kurt gibi, bireyin farklı olma durumuna saldırmayı bekleyen önyargı yatıyor!
Birey, toplumun zihinsel seli içerisinde sürükleniyor; yiğitsen ayrı bir duruş sergile bakalım!
Hemen tahrik olan yığınların yurdu burası; “Burdan çıkış yok” sloganı ne anlama geliyor, bir düşünün.
Dini inancın yerini alan bu ve benzeri önyargılar, yine İslami camianın içindeki tartışmalar süreciyle yıkılabilir ancak.
Sünnet önyargısı daha kaç yıl sürer, onu bilemem!
Ancak her şeyin hızla aktığı, değiştiği ve bilgiye erişimin kolaylaştığı günümüzde bu önyargının epeyi sarsılacağını ve çok uzun yıllar dayanamayacağını tahmin ediyorum.