Süngüsü Düşen Mücahitler
Her şey bir "minare" ile başlamıştı.
Ziya Gökalp’ın “Asker Duası[1]” isimli şiirinin başına sonradan giydirilen “minareler süngü kubbeler miğfer, camiler kışlamız müminler asker” mısraları kayn’ata memleketinde cezbeye gelen, Gökalp ve onun fikirleriyle kan davalı bir mücahit tarafından devlete karşı tekraren dile getirilince Türkiye o günlerde pek fark edilemese de resmen yeni bir döneme girdi.
Gökalp o şiirinde 1912 Balkan Harbi’nde Bulgarlara karşı savaşan Türk Askerleri’ne moral vermeye çalışarak, “sığındım” dediği Yüce Yaradan’ından Sultan’ına “imdat” dilenirken, 1997’nin mücahidi, dinsiz ilan edilen devletin zulmeti karşısında minareleri “süngü”, camileri “kışla” ederekten "dini"ni beklemekteydi.
Evet… Her şey bir şiirle başlamıştı. Daha doğrusu “üfürükten” bir mesele ile. Vs. vs. vs. derken ateşli mücahit başbakan oldu, Ziya Gökalp’ın moral methiyeleri düzdüğü Türk Askeri’nin savaştığı Bulgarları Osmanlı’ya karşı kışkırtan Avrupa dost, Türk askeri ise düşman oldu.
Avrupalı olma sevdası, askerin düşmanlığı, devletin zulmeti, demokratikleşme gibi onlarca mefhumu ve bunlarla ilgili tartışmaları bir kenara bırakarak biz yine bir “minare” yani “süngü” konusuna devam edelim. Minarelerden süngüler yapılan günlerden bu tartışmalara geldiğimiz şimdilerde, askeri ve devleti Kafes’lemekle, Ergenekon’a geri tıkmakla uğraşan mücahitlerimizin ne yazık ki süngüsü uzaklarda hem de dost bildik ellerde düşürüldü.
Biliyorsunuz. Bu hafta (29.11.2009’da) Avrupa’nın tek tarafsız ülkesi olan İsviçre’de bir referandum vardı. Tartışılan konu ise minareler yani mücahidimizin süngüsü.
Maalesef ki devlete açtığı isyan bayrağını Avrupa rüzgarıyla dolduran mücahidimizin süngüsünü Avrupa’nın en gözde ülkesi düşürdü.
Şimdi ne demeli ne etmeli?
Elbette İsviçre bir AB devleti değil, AB’nin dışında bir Avrupalı. Böylesi bir savunma masum bir korunma ihtiyacı gibi görünse de bu o kadar basit bir mesele değil kanısındayım. Bunu birazcık kurcalamakta fayda var gibi görünüyor.
Çünkü her ne kadar Avrupa’nın içinde hatta göbeğinde, AB’nin dışında bir Avrupalı olsa da İsviçre, merkantilizmden bugüne uzanan kapitalist, kemirgen, sömürücü ve kan emici Avrupa ruhunun ta kendisidir. Yani İsviçre Avrupa’nın ana damarıdır. Hem ruhen hem de fiziken bu öyle güçlü bir damardır ki Avrupalılık, İsviçre nezdinde AB’nin de üstünde bir durumdur.
Aynı İsviçre aynı zamanda AB politikalarının da turnusol kâğıdıdır. Mesela muhataplarına (özellikle Türkiye’ye) doğrudan söyleyemediğini AB, İsviçre üzerinden hem söyler hem de uygular. Ermeni Meselesi bunun bariz bir örneğidir. Dünyanın sayılı tarafsız ülkelerinden birisi olan İsviçre, Ermeni Soykırımı’nı yasalaştırarak bu konuda karşı yöndeki düşüncelere dahi ceza veren bir ülke kimliğini kendinden esirgememiştir. Bu gibi durumlarda AB, tarafsız görünümünün kendisi için ortaya çıkan zararlarını İsviçre üzerinden rahatlıkla izole edebilmektedir. Görüldüğü gibi diplomasi koridorlarının boğucu havasına mahkûm olmayan İsviçre diğer Avrupalı devletler gibi karnından konuşmayıp, herkesin kıvırtarak ima etmeye çalıştığını doğrudan söylemektedir. Yine Ermeni Açılımı’nın bir parçası olan protokollerin, bu meseleye getirdiği cezai müeyyidelerle doğrudan taraf olan İsviçre topraklarında imzalanmış olması da bu anlamda ayrı bir mana ifade eder.
Aynı zamanda Avrupa’nın “Finans-kapitalci merkantil düzeni”, Avrupa’nın kasası konumundaki İsviçre’nin bağımsız ve Avrupa’dan ayrık finansal sistemi sayesinde kendini sürekli yeniler. Dünyada kara paranın yasalarla korunduğu nadir (şahsen benim bildiğim başka bir ülke de yoktur.) ülkelerden birisi olan İsviçre yasaları Avrupa’nın sömürgeci finans sisteminin başka mahreçlerden nice suiistimallerle sömürdüğü, kaçırdığı kazançların ve kirli paraların aklanma merkezidir.
İşte bu İsviçre, hukukun üstünlüğüne dayandığını ileri süren AB’nin gizli atardamarı olan İsviçre bu hafta bir utanca imza attı. Ülkede halihazırda mevcut olan 4 (yazı ile dört) adet camideki minare dışında yeni minare (süngü) yapılmasını halkoylaması ile yasakladı. Dünyanın en medeni en zengin en müreffeh ve en Avrupalı ülkelerinden birisinin bunu yapmış olması bir çok ülke kamuoyunda şok etkisi yarattı. Ancak kimilerinde bu bir şok etkisi yaratsa da bizim sandığımız gibi bu onlar için bir utanç değildi. Çünkü isviçre’de olanlar tam da İngiliz The Guardian’ın ifade ettiği gibi “Uyum görüntüsünün ardındaki nefretin” boşalmasıdır.
Kirli oyunlarına “minarelerden süngüler yaparak başlayan” siyasilerimiz ve muktedirlerimiz ne yapacak pek belli değil. Ya da göstermelik Davos’vari salvolar ne gibi sonuçlar verecek, dost kim düşman kim ne kadar anlaşılacak? Bu bilinmez ama şu apaçık görülmüştür ki;
İsviçre AB’nin kirli ve sahtekar ruhunun sobelendiği yerdir.
[1] Siirt’te okunan mısraların devamında başlayan yargı sürecinde her ne kadar ilgililer bu mısraların Ziya Gökalp’e ait bir şiirden alındığını söyleseler de Gökalp’in şiirlerinin hiç birisinde böyle bir beyit yoktur.
AB hayranlarının süngüleri düştü evet
Bunun arkası gelecektir ve AB ci ahmaklar ülkemizde gaflet uykusundan uyanacaklardır
Minare ticareti tutmadı demekki
Aralık 3rd, 2009 at 16:57Halil beyi (içeriğine katılmasam bile) bu güzel yazısı için tebrik ederim. Yazıları güzel ve öğretici.
Aralık 3rd, 2009 at 18:17Türkiye'nin AB üyeliği macerasının hem olumlu hem de olumsuz tarafları var. Evet veya hayır diye tek kelimelik bir cevap veya tek kelimelik bir tutum ile AB hikayesini açıklamak gerçekçi olur mu?
İsviçre AB üyesi olmayan bir ülke. Eğer AB üyelik hikayesi onların İslam düşmanlığı takıntısı sebebiyle ele alınırsa İsviçre'de de aynı düşmanlık olduğu için bunun yanında AB üyesi de olmadığı için bu durum dikkate alınarak olay özetlendiğinde gerçeğe daha yakın olacaktır.
Gökalp çok önemli bir isim olmalıdır. Onu bayraklaştıran Milliyetçi kesim ona ne kadar vakıftır veya vakıf olduğu kadarının ne kadarını hazmetmektedir? Gökalp'e İslami hassasiyeleri sebebiyle muhalefet edenlerin de onu okuyup anlayarak karşı geldikleri şüphelidir. İslamcı çevrelerin yüz yıl sonra ıkınarak söylediklerini Gökalp yüz sene önce Türkleşmek İslamlaşmak ve Muasırlaşmak'ta önemli ölçüde ve içerikte söylemiştir. Ancak bazı konularda Gökalp'te siyasi durumlara bağlı olarak "rüşveti kelam" babından görüşler ileri sürmüştür.
Her şeye rağmen Gökalp, Türkiye için Türk halkı için hala bir imkandır.
Halil bey, askerin görev ve yetki alanını elindeki silahın ateş gücüne dayarak zaman zaman aşmasını her halde meşru görmüyordur. Çünkü askeri idare ile ne cumhuriyet ne de demokrasi olmayacağı gibi sorunlarını askeri idare ile çözen ve gelişen bir tek gelişmiş ülke misali de yoktur.
Yanılıyor muyum Halil bey?
Başarı dileklerimle.
Selamlar.
Hocam merhaba, tam da yorumları kontrol ederken sizin yorumunuzu gördüm, onaylamak da bana kısmet oldu.
Bu yazılar aslında tek başına tartışılmaz doğrular içermese de bizleri bir şekilde bir araya getiren fikir jimnastikleridir.
AB konusunda haklısınız. Küçücük basit bir olay bile Erkan Yolaç'ın yaptığı gibi tek kelimelik "Evet" yada "Hayır" ile geçiştirilemeyecek kadar önemli iken kalkıp da AB gibi komplike ve kökleri bin yıl öncesine giden bir projeyi aynı terazide tartmak akıl izan işi değildir.
İsviçre konusuna gelince;
İsviçre'nin statüsünü elden geldiğince yazıda ele aldım.
Avrupa'nın içinde AB'nin dışında ama Avrupalı sömürgeci zihniyetinde mahrem kalesi.
Gökalp'e gelince;
Gökalp aslında unuttuğumuz ama ruhumuzu kimliğimizi bulduğumuz engin bir denizdir.
Ömer Seyfettin'le başlayan çocukluğum Gökalp'le gelişirken Atsız'la da tanışarak iman-islam-türk olmak ve bunların yarattığı ruh alemiyle oluştu.
Bu mevzuda Gökalp bir çeşni gibi dursa da Gökalp resmi ideolojinin de ötesinde bir derya olarak yeniden keşfetmemiz gereken bir değerdir.
Saygı ve Slamlarla
Aralık 3rd, 2009 at 19:22