Süleyman Demirel’in Kerkük Ziyareti ve Türkler (III)
Bu sevinç, mutluluk bizim için çok sürmedi. Milletiniz kara günler, ölüm, idam, mahpushane, işkence, zulüm, acı dolu bir yaşam ile karşı karşıya kaldı.
Başbakan Süleyman Demirel’i karşılamamızdan çok rahatsız olanlar vardı. Irak hükümeti, İstihbarat, Emniyet, Muhaberat ve Irak gizli servisi’nin Demirel’le görüşen ve ona sıcak coşku sevgi, gösterenlerin hepsinin baştan sona, fotoğrafları ve görüntülerini aldığını sonradan anladık.
Demirel’in huzurunda. Kerkük Türklerine hiçbir baskı, zulüm yapmadılar, serbest bıraktılar, kimseyi incitmediler tutuklamadılar. Demirel’in, ziyaretinin ardından, durum bize karşı çok değişmeye başladı. Her yerde ölüm, kan kokusu, aramalar, aktarmalar gece yarısı tutuklamalar, işkence vurmalar başlamıştı.
Çocuk yaşımda olmama rağmen, evimizi bilgi bahçesi yapmış, eski ve yeni Türkçe, 6 Bin 353 kitap ve sayısız dergi ve gazeteyi zorlukla, her bir yerden toplayarak, almıştım. Ortaokuldaydım. Eve dönünce, kütüphanemde birçok kitabın kayıp olduğu görünce çok şaşırdım. Anneme dorunca, “Sus oğlum, söylerim bir gün sana. Şimdilik durum çok kötüleşti, göz önünde durma, uzaklaş, saklan. Ortalıkta görünme. Emniyet seni arıyor, soruyorlar. Korkuyorum seni öldürsünler” dedi.
Babam, kardeşlerim, hepsi birden evde; her kes sesiz, gelmelerini beklemekteyiz, ölümü, işkenceyi göze alarak. Dışarıdan kapımıza tekmeyle hızlı hızlı vurmaktaydılar. Babam kapını açar, açmaz, hemen babamın üstüne it gibi biri sivil birkaç kişi saldırdı. Ellerinde türlü silahlarla, çalıktan sopalar. Arapça “Nerede, Sadun oğlun?” diye bağırarak babamı dövmeye, ona vurmaya başladılar.
Annem seslendi: “Siz kimsiniz? Oğlum ne yapmış size? Ne istiyorsunuz, çıkın dışarıya”. Dört kişi anneme sopayla, tabancayla, tekmeyle, başına vurarak, her türlü, kötü sözü Türk milletine, Türk Cumhuriyetine karşı söylediler.
Cevap verdiler: “Türkiye ve Süleyman Demirel’e sevindiniz, öyle sandınız o sizleri kurtaracak. Neden kurtarmadı? Sanki o başkanınızdı, öyle kalabalık sevgiyle karşıladınız. Ona oğlun Sadun Türkü söyledi. Sen de oğlun kurban etmek İstedin. Demek sen oğlunu Türk uğrunda kesmek istiyorsun? Onları alkışlıyorsun? O kadar küçük yavrundan bile daha çok Türkleri, Türk Cumhuriyetini seviyorsun. Sen ve oğlun, tümünüz, evdekiler, küçük çocuklarınız bile hepiniz vatan hainisiniz. Cezanızı vermek zamanı gelmiştir, tüm Türkler haindir sizler gibi. Bak bu fotoğrafınız”
6 -7 kişi anne, babamın karşısında başladılar bana türlü işkence yaptıktan sonra, evimizin her bir yerini, arayıp, kitaplarımı bir bir araştırdıktan sonra, çoğunu arabaya doldurup, ellerimi, gözlerimi bağlayarak, kapalı bir arabanın içine döve, döve soktular. Silahla her yerime vurmaya başladılar. Mahalleden kan kokusu geliyordu. Herkes korkudan kapısını kapatarak içeriye girmişti.
Saat 12… Gece yarısı. Yıl 1967. 10 dakika sonra gözümü açtıklarında, kendimi çok dar, kapkaranlık penceresiz bir odada buldum. Tek başımaydım. Çocuk ve kadın sesleri yükselmekteydi. İşkence yapıyorlardı.
Çok sürmeden, kapı açıldı. Vura, vura beni yerde sürükleyerek sordular:
— Adın?
— Adım Sadun Osman.
— Sadun Köprülü müsün?
— Evet
— Sen neler yapmışsın? Çok tehlikelisin. Bakalım kim kurtaracak seni ellimizden. Nerede, gelsin, Mustafa Kemal, gelsin Süleyman Demirel? Nerde Türkiye? Bakalım kim kurtaracak sizleri. Doğruyu söylersen sana hiçbir şekilde işkence yapılmayacak ve salıveririz seni, okuluna döneceksin. Sizi örgütleyen kimler; arkanızda kimler var; kimden destek alıyorsunuz? Kim sana Süleyman Demirel’e şarkı söyle dedi? Kim yafta aç dedi, söyle? Kim sizlere Süleyman Demirel’in geldiğini söyledi? Örgütünüzün adı ve sizinle çalışan arkadaşlarınızın adı ne? Türkiye’nin size ne desteği ve yardımı yapıyor? Kaç defa Türkiye’ye gittin? Ne zaman, kiminle görüştünüz? doğru cevap verirsen, hemen şimdi serbest olup eve gedersin. İşkence, görmeden, doğru söylemezsen, bizim senin ve arkadaşların hakkında, tüm gizli bilgileriniz vardır. İdam olacaksınız? Aileni anneni, babanı, kardeşlerini yok edeceğiz, öldüreceğiz. haydi konuş söyle, kim var arkanızda?
Artık ne diyebilirdim ki? Bu büyük suçlara karşı ve işkence tüm hızıyla sürmekteydi.
— İnanın bana, bizim hiç bir örgüt, siyasetle ilgimiz yok. Ben yalnız okula gidiyor ve babam yanında iş yapıyorum, çalışmaktayım. Bu yaşta ne yapabilirim ben? Kimseyle ilişkim, ilgim, siyaset yaptığım yoktur. Bu söylediğimiz türkü, eski kalıntı gelenektir, folklordur. Bu türkünün Türkiye ile hiç ilgisi yok. Çok eski bir türkü, yazanın adını kimse bilemez. Çoktan yazılmış, bestelenmiş, ben hiçbir kimseyi tanımam Türkiye’de. Türkiye’yi hiç görmedim. Tüm okullar karşılamaya çıktılar. Bunu siz, devlet söylemiştir.
Bu Soruşturma, küçük yaşlarımda, 8 ay 14 gün sürdü. Türlü işkence, acı, asma, vurma, yakma ile her yerim kanlar içinde kalarak, her türlü işkence görerek, ağzımdan hiçbir bilgi ve arkadaşlarımızın adını alamadılar.
Gece, gündüz soruşturmayla, işkence sürmekteydi. Yaptıkları tüm işkenceye rağmen, ağzımızdan hiç bir laf almayıp, duymak istediklerini işitemeyen Irak emniyet Muhaberatı 8 ay 14 gün sonra hiç bir şey elde etmeden bizleri serbest, bıraktılar, ama bu dosya da kapatılmadı.
Türk düşmanı olan Rejim, her bir türlü yolla Türkiye’yi suçlamaktaydı. Bizleri bu yaşta konuşturmakla, idam etmek istiyorlardı. Hangi yasa ile 10 yaşlarında bir çocuk devlet tarafından ağırlanan ve karşılan Başbakan için hapsa atılır, her bir türlü işkenceye maruz bırakılıp, bir türkü söylediği ve milletini sevdiği için dam edilir?
Acılar, işkenceler sürmekteydi. Benim gibi, babam, annem her türlü işkence görerek her zaman evimize gelip gidenlerce gözaltına alınmaktaydı. Defalarca ölümle karşılaştık, bizlere hiç yaşam yüzü göstermediler, her şeyi bizden yasakladılar.
Kapımızda yıllarca Emniyet, Saddam’ın gizli servisi bekleyerek çıkış, girişlerimiz, nereye geddiğimizi, kimiyle görüştüğümüzü gözeterek bizler candan, hayattan bıktırdılar. Ama yine onlara boyun eğmeden, yıkılmadan, yenilmeden yeni günlerinin doğuşun bekledik.