Strateji Kavramı Üzerine Düşünceler (II)
Stratejiyi üreten aklın niceliği ile ilgili birkaç şey söylemek gerekirse ilk söylenecek şey bu aklın “çoğul” olduğu şeklindedir. Yani stratejiyi genellikle “tekil” kişilerden ziyade çok sayıda kişinin ortak aklı oluşturur.
Bu ortak akıl kimi zaman üretim sürecine tamamen dâhil olurken kimi zaman da bir kısmı pasif geri kalanı da aklın ürününü yürürlüğe koyandır. Karmaşık gibi görünse de anlamlı bir strateji üretim sürecinde etken akıl, edilgen aklın varsayımlarını da kendi imzası ile yürürlüğe koyar.
Stratejiyi ortaya koyan mekanizmalarda aktif görevliler, etken akıl olarak karşımıza çıkarken çoğu kez “ailenin/halkın/toplumun/milletin vs.”, ortak “telakkisi/şuuru/ruhu vs.” olarak “anonim” bir sıfatla karşımıza çıkan şey de burada sözünü ettiğimiz edilgen akıldır. Aslında asıl büyük akıl da budur. Çünkü bu akıl toplumun hafızası da dediğimiz “kolektif akıl”dır. Kişiye bağlı değildir ve kişiye özgü kusurlardan münezzehtir.
Toplumsal bilinç olarak da kabul gören kolektif akıl kendiliğinden üretim sürecine girmese de yapılabileceklerin sosyal sınırlarını belirleme açısından çok büyük önem taşır. Bu yönüyle bir denetim mekanizmasına benzer ve yapılması gerekenlerden çok yapılmaması gerekenleri önümüze serer.
Kolektif aklın bir diğer yanı ise toplumun düşlerini tasvir etmesidir. Bu nedenle ortaya konacak stratejinin “arzu boyutu” büyük ölçüde buradan beslenir. Çünkü stratejiler bu arzuları referans aldıkça toplumsal meşruiyet kazanırlar.
Bu arzular duygusal ve inanç yönleriyle toplumun büyük çoğunluğunda ortaktır. Ayrıca bu arzular toplumun geçmişi ve geleceği arasındaki en önemli bağdır. Çünkü geçmiş ile gelecek arasındaki “bilişsel köprü”yü (metafizik bağlar) ayakta tutan en önemli şey bu arzulardır. Ayrıca bu arzu ve düşler nesilden nesile aktarılan bir miras olması nedeniyle artık toplumsal DNA’nın (kalıtımsal şuur) en önemli genlerinden birisine dönüşür.
Örnek vermek gerekirse;
Peygamberimizin o meşhur Hadis-i Şerif’i, kendisinden fethin gerçekleştiği güne kadar her komutanın ve her müminin kuşkusuz en büyük düşüdür. Nesilden nesile aktarılan bu düş, gün geçtiksel dinsel temalar ve Eyyüb el Ensari’nin hikâyesi gibi tarihsel olaylarla da beslenmiş, şartlar olgunlaşınca da Fetih gerçekleşmiştir. Benzer şekilde “Kudüs Şehri” de birçok dinin mensupları için etkileyici bir düşsel mirastır.
Örneklerle de açıklamaya çalıştığımız gibi düşler/arzular; kolektif şuurun genetik yapısında her zaman var olan (kimi zaman uykuda olsa da), toplumsal belleğin sahip olduğu büyüklüğe ve dinamizme göre de aktif akla baskı uygulayan kalıtsal miraslardır.
Stratejik aklın niceliği ile ilgili şimdiye kadar söylenenler hep bu aklın kolektif yönü ile ilgilidir. Ancak bu aklın bir de azımsanmayacak önemde tekilliği vardır ki bu noktada “lider ve liderlik” kavramları karşımıza çıkar.
Normal koşullarda akıl; çoğul bir niteliğe sahipken sembolik (göstermelik manasında anlaşılmamalı), etkileyici, sürükleyici, model alınan (rol modeli) çok zaman da mitleştirilen ya da gerçekten mitolojik birinin elinde ya da zihinsel süzgecinde kişiye özgü görünen bir hal alır.
Çoğul akıl/zeka durumlarında akıl aktif ve pasif olarak ikiye ayrılırken tekil akıl bir tanedir ve diğerlerinin hepsinin üzerindedir, hepsinin ürünlerini tek bir elden koordine ederek harekete geçirir. Bunu yapan kişiye de lider denir.
Toplumlarda tekil aklın ortaya çıkışı genelde şartların getirdiği bir gereklilik ile açıklanabilir. Şöyle ki;
Olağan durumlarda yani işler yolunda iken, liberal ekonomik düşüncenin “gizli el”ine benzer şekilde kolektif akıl, herhangi bir orijinalliğe gerek olmadan hem düzeni sağlar hem de mevcudu daha iyiye taşımanın çözümlerini üretir. Ancak özellikle olağandışı durumlarda toplumun mitlere ihtiyacı belirginleşir ve koşulları herkesten iyi değerlendirebilmenin getirdiği ayrıcalık bir kişiyi herkesin önüne çıkarır. Bu liderler özellikle kriz durumlarında ortaya çıkan liderlerdir. Fakat olağan süreç içerisinde de tekil aklın diğerlerinin üzerine çıktığı, bütüncül bir bakış açısıyla diğerlerinin tamamını kapsadığı söz konusu olabilir.
Kendi yakın tarihimizden güçlü bir örnek vermek gerekirse;
Atatürk hem kriz döneminde ortaya çıkmış hem de olağan dönemlerde liderliğini tartışmasız bir şekilde sürdürmüş önemli bir örnektir. Onu liderliğe taşıyan aklın ürettiği stratejilerin bir kısmı hem tek başına kendisine ait orijinal şeylerdir bir kısmı ise kolektif bilincin onun zihinsel süzgecinden geçerek harekete geçmiş halidir.
Kısaca açıklamak gerekirse;
İttihat Terakki ile yükselen Türkçülük, Ziya Gökalp tarafından formüle edildi Mustafa Kemal’in zihin süzgecinde yeni bir form ile hayat buldu. Günümüzde İttihat Terakki veya Atatürk üzerinden en çok saldırıya uğrayan da bu akıl diziminin toplumsal, siyasi ve idari genetiğe işlediği kodlardır.
Netice olarak bu bir köklü dönüşümdür ve şartların zorlamasıyla bir tek kişinin elinde şekillenmiştir. Şartların zorlayıcılığı öylesine ağırdır ki eleştirisi bile mümkün olmamıştır. Oysa krizlerden sonra genellikle yaşananlar unutulur ve önemli ölçüde bir sorgulama süreci başlar.
Bu durumun günümüze taşıdığı marazlar ise eleştiriyi hak eden yönler üzerinden “surdan bir gedik açma” kabilinden sürekli taarruzların olmasıdır. Bu taarruzlar adım adım uygulanan ama -şimdilik- pasif bir karşı strateji ile toplumsal bilinçaltına alternatif kodeks yerleştirmeler şeklinde yürütülmektedir. Ki bu anlamda küresel stratejilerin desteğiyle güç kazanan “dahili bedhahlar” epey mesafe kat etmişlerdir.
Gençliğe Hitabe’den bahsetmişken, Atatürk’ün “dahili bedhahlar” ifadesi hem yazının başında bahsettiğimiz vizyonun hem de geleceğin kurgusuyla meşgul olmanın mükemmel bir ifadesidir. Devamında gelen “… Cebren ve hile ile aziz vatanın bütün kaleleri zapt edilmiş, bütün tersanelerine girilmiş, bütün orduları dağıtılmış ve memleketin her köşesi bilfiil işgal edilmiş olabilir.” sözleri o günden bugüne bir uyarı olarak karşımıza çıkmaktadır. İşte uzun uzun tanımlamaya çalıştığımız “zeka” tam da budur.
Akıl dizimi meselesine gelince;
Stratejiye bir akıl diziminin ürünü olma niteliği kazandıran şey yine kolektif akılla ilgilidir. Ancak burada durum biraz daha farklı görünmektedir. Kolektif akıl genel olarak aynı çağda yaşayan çok sayıda kişinin ortak akıl yürütmesi iken akıl dizimi farklı devirlerdeki akıl ve zekanın belirli bir paralellik içinde örtüşmesidir. Bu bir anlamda çeşitli ideallerin her dönemde benimsenerek bir sonraki kuşağa aktarılması ve bu konudaki önermelerin haleflerce de kabul görmesi daha da güçlendirilmesidir. Bu özellik ülkülere ve bunların gerçekleşebilirliğini sağlamaya çalışan stratejilere önemli bir geçerlilik ve rasyonellik kazandırır. Çünkü “zamanlar arası kabul olgusu” o şeye önemli bir geçerlilik niteliği kazandırır.