Sözüm Muhayyer
Bir işadamından dinlemiştim. Diyor ki; “biz iki ortağız, fakat mizaçlarımız ve görüşlerimiz, olaylara bakış açımız çok farklı”. Bu farklılığı çatışmaya dönüştürmek yerine birbirini tamamlamanın bir fırsatı olarak görüp başarıya merdiven yaptıklarından bahsediyor ve ilave ediyor; “eğer iki kişilik bir ortaklıkta iki patron da yönetime aktif olarak katılıyor ve aynı fikirleri paylaşan, aynı düşünce yapısında kimseler ise, ikisinden biri fazladır”.
Daha önce de yazmıştım; usulünce ve kırıp dökmeden yapılan eleştiri, bir tür gönüllü danışmanlık hizmetidir. Birisi, söz veya davranışınızdaki yanlışlarınızı eleştirecek yahut önceden yaptığı bir uyarı/eleştiri sayesinde doğru olanı görmenize kapı açacak ve bunun karşılığında belki kuru bir teşekkürden öte bir beklentisi olmayacak. Böyle fırsat ele mi geçer!.
Bu bahiste altını çizmemiz gereken bir kaç husus var. Birincisi, herşeyin en doğrusunu bildiğimize alttan alta öyle bir iman etmişiz ki herhangi bir konuda bizimkinden farklı bir sese kulak kabartmak bize zül geliyor. Nefsimiz buna var gücüyle direniyor. İkincisi, toplum olarak, gerek normal seyrinde yürüyen bir işi/faaliyeti daha iyi bir noktaya taşıma, gerekse bir sorunla karşılaştığımızda deneme yanılmanın uzun labirentlerinde dolaşmaya gerek kalmadan, o konunun erbabı olanlardan danışmanlık hizmeti alma kültürümüz yoktur. Halbuki “danışan dağ aşmış, danışmayan yolda şaşmış” atasözümüz kapı gibi bir kenarda duruyor..
Bir de madalyonun arka yüzü var. Çoğu zaman eleştiri yapanlarımız da maalesef kendilerini benzer nefsani prangalardan kurtaramıyor. Eleştirimizi yahut kendi karşı görüşümüzü mutlak hakikat gibi görüp örtülü bir dayatma noktasına taşımaktan geri durmuyoruz. Ezcümle ifratla tefrit arasında gidip geliyoruz.
Hatırlıyorum da; eskiden insanlar birbirini eleştirirken yahut farklı bir öneriyi dile getirirken “sözüm muhayyer” ifadesini konuşmanın bir yerine yerleştirirlerdi. Ne güzel bir tutumdu o!. Hem kendini bulunmaz Bursa kumaşı gibi görmüyorsun, hem de karşındaki insana farklı bir bakış açısı veya öneri sunuyorsun. Bu hassasiyet olmadıkça eleştiriden fayda beklemek beyhudedir. Kendi fikrimizi görüşümüzü kantara çekmekten kaçmak, ister istemez muhatabımızı da aynı çizgiye raptediyor..
Zaman zaman kişiye birbirine zıt istikamette eleştiriler/öneriler de gelir. O takdirde hangi fikrin doğruyu temsil ettiği veya ne ölçüde doğruya yakın olduğunu tayin etmek, yahut aradaki nüansı yakalamak muhatabın ferasetine kalır. Şöyle bir örnek vereyim; bana göre kurumların, en başta da belediyelerin, yaptığımız faaliyetleri halka anlatacağız diye çarşaf çarşaf ilan, reklam, afiş, haber yapmaları/yaptırmalarının hem doğru hem yanlış tarafı vardır. Doğrudur; çünkü öyle bir çağda yaşıyoruz ki, yaptığınız doğru işlerin zihinlerde yer etmesi için gerçekten bunlara ihtiyaç var. Öyle ya, bu tanıtım ve reklam faaliyetlerini yapmazsanız, o konunun birinci elden tarafları dışında, ne yapıldığını kim ne bilecek; karanlıkta göz kırpma durumuna düşersiniz. Yanlış tarafı şu; bu tanıtımlarda kurumu temsil makamında olan kişilerin (mesela belediye başkanları) isim, ünvan ve fotoğrafları çok ön planda tutuluyor, ilk birkaç yayından sonra itici olmaya başlıyor. Siz öyle güzel işler yapın ve bunu tanıtırken biraz geri planda kalın ki, bırakın bunu duyan insanlar “kimmiş bunu yapan babayiğit?” diye merak edip yapanı kendileri öğrenme ihtiyacı hissetsinler..
Hasıl-ı kelam, hemen herşey gibi eleştiri mekanizmasının da kendi içinde yolu yordamı, dengeleri var. İyi değerlendirildiğinde yeni ufuklar, kapılar açar, sıkıntıları önceden bertaraf eder. Kıymeti bilinmeyip (hem eleştiren hem eleştirilen tarafından) hoyratça veya densizce yaklaşıldığında kaş yapayım derken göz çıkartmak kaçınılmaz olabilir.
El’an bizim durumumuzu sorarsanız; maşallah hepimiz birbirimizi cömertçe eleştiriyoruz. Bunu yaparken de durumumuz boru anahtarı ile ampul değiştirmeye kalkan adama benziyor.