Sorunların Çözümünde “Nedeni” Doğru Algılamanın Rolü!
Her düzeydeki biyolojik organizma belli özelliklere sahiptir. Bu özelliklerden en önemlisi, her canlının mutlaka özel bir şekilde organize olmuş yapısı ya da yapıları vardır ve bu yapılar birbirleri ile uyumlu bir şekilde çalışır.
Herhangi bir unsurda meydana gelen bir ‘kasılma’ diğer tüm unsurları etkiler. Bu da o canlı organizmanın uyumlu işleyişini engeller ve zamanla bozulmasına neden olur.
Bu açıdan baktığımızda, toplumların ve toplumsal sistemlerin de tıpkı bir biyolojik organizma gibi, organize ve uyumlu bir yapıya sahip olduğunu görürüz. İşte o sistemi oluşturan herhangi bir unsurdaki ‘kasılma’ diğer unsurların da işleyişini engeller.
Peki, bu kasılmanın temel kaynağını tespit etmeden önce, doğurduğu sorunlarla uğraşmak ve sorunları bu paralelde çözmeye çalışmak ne kadar doğru ve etkili bir yoldur?
Sorunların ana kaynağını bulmak ve ortadan kaldırmak, uygulanacak en akıllıca strateji değil midir?
Bazı sosyal ve siyasal sorunların çözümlenememesinin temelinde de aslında böylesi bir stratejinin olmaması yatmaktadır. Yanlış strateji yanlış eylemi oluşturur. Yanlış eylem ile doğru neticeye varılmaz. Sorunların çözümünde neden(ler)i doğru algılama çok önemlidir. Bunun için de doğru kişilerden bilgi alınmalı yani doğru kişilerle iletişim içinde olunmalı!
Toplumdaki sosyal ve siyasal sorunların temelde yanlış teşhisler üzerinden ‘yanlış yöntemlerle’ tedavi edilmeye, çözülmeye çalışılması, o sorunların daha da içinden çıkılmaz bir hal almasına neden olur. Bu da sorunlarınkısır döngü içerisinde ‘kangrenleşmesini’ beraberinde getirir.
Asıl değinmek istediğim konu, bu ümmetin/ümmet unsurlarının oluşturdukları devletlerin Kürtleri; bir sorun olarak görmeleri. Peki, Kürtler gerçekten ‘Sorun mu’? Bu soruyu her birimiz kendine sorsun ve cevaplamaya çalışsın.
Buradan yola çıkarak, benim de vatandaşı olduğum bu devletin asli unsuru, vatandaşı ve daha da ötesi insan olan Kürtlerin; bir sorun olarak görülmesi, Türkiye’nin temel sorunu haline gelmesi ve çözümünün uzamasının temelinde, bu minvalde bir yaklaşımın olması konusu, beni hep rahatsız edip durmuştur.
Böyle düşününce ve bu düşüncelere samimi cevaplar aradığınızda kasılmalar başlar…
Kasılmaların devamı yine aynı; yanlış teşhisler ve beraberinde uygulanan yanlış tedavi/çözüm yolları… Ben buna bir de samimiyetsizlik ve ciddiyetsizlik faktörlerini de ekliyorum…
Konu çözüme geldiğinde; her kafadan bir ses çıkmaya, hemen bir şeyler yazılmaya çizilmeye başlar. O sesler ve sözler makalelere, kitaplara ve hatta ansiklopedilere sığmaz, taşar olur ama sonuç; “kitaplıkların bir rafında en az içindeki tozlar kadar tozlanmayı beklemekten öteye gitmiyor.”
Sorunun çözümü ile ilgili bir şeyler yapılıyor görüntüsü verilerek hiçbir pratiğin olmayışı ama bu kadar çok teorinin üretiliyor olması, çözüme ulaşma yolunda samimiyetsizliğin ve ciddiyetsizliğin bir göstergesi değil midir?
Şimdi, burada geçen zamanın ve yanlış algının beraberinde getirdiği yaklaşımların yetersizliklerini yazarak; o olumsuzluklara katkıda bulunmayacağım. Ama şunları da dile getirmeyecek değilim; Susmak bizi karanlığa itiyor, bu konuların konuşulması gereklidir diyenlere saygı göstermekle beraber, konuşulan şeyin altının doldurulamamasına tepki göstermek de o kadar saygıya değerdir.
Belli bir dönem, ‘kart-kurt’ söylemlerinin ardından, ‘bölgede sadece güvenlik sorunu var’ ve şimdilerde, ‘sorun sadece ekonomik bir sorundur’ söylemleri, bu algılamalardan sadece belli başlı olanlarıdır…
Onca zamanın, onca bedelin birbirine benzer yanlış yaklaşım ve politikaların neticesidir. Meselenin bu yanlış algılama üzerinden günümüze kadar gelmiş olması, bizi daha iyi bir noktaya getirmesi yerine, daha da kasılmamıza, gerilememize neden olmaktadır.
Neden(ler)i algılamak ve iyileştirmek yerine ‘nedenin sonucunu’ ortadan kaldırmakla uğraşmak ve sorunun böylece biteceğine inanmak abesle iştigaldir. Böyle bir yaklaşım tarzı Nietzsche’nin de ifade ettiği gibi; “Bir dağın otunu sürekli biçmeye benzer. Siz istediğiniz kadar otları tırpanla, biçerle ne ile isterseniz biçin o kökler orada olduğu sürece o otu bitiremezsiniz.”
Sorun veya sorunların bu yanlış çerçeveler içinde, betimlenmeden ve empati kurulmadan çözülmeye çalışılması yanlış olacak ki bu konuya olan böylesi yaklaşımlar ve çözüm önerileri de hayat belirtisi göstermekten uzak olmaktadır.
İlk etapta bu kasılmalara ve gerilmelere neden olan yanlış algının algılanması gerekmektedir. Sonrasında ise Kürtlerin taleplerini anlamak için gerekli zemin oluşturulduktan sonra, iktidarı, muhalefeti, sivil toplum kuruluşları ile beraber sorumlulukları olan herkesin insiyatif alması ve ortak aklın oluşmasına zemin hazırlanmasıdır. Sorun bu şekilde ele alınmalı…
Meselenin şimdiye kadar ya değinilmemiş veya samimiyet dairesinde pek az değinilmiş; “dini” boyutunun da olduğunu belirtip siz değerli okurlarımı fazla sıkmamak adına şimdilik bu satırları yazmakla yetiniyorum. Belki başka bir yazıda.