Sorunların Çözümü Uzarsa Ne Olur?
İzleyenlerin hatırlayacağı üzere, bu sitedeki “Müzakereci demokrasi mi?” başlıklı yazıda (16.06.2010 tarihli), “demokrasi” kavramının, önüne ya da ardına bir başka kelime getirilmek sureti ile kavramsal olarak farklılaştırılamayacağına işaret edilmişti.
Bu açıdan, 1948 yılında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda kabul edilmiş bulunan 30 maddelik “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi”, demokratik yöntemlerin esas alındığı siyasi fikirler için yeterli bir çerçeve oluşturmaktadır. Bütün mesele, demokrasinin ya da insan haklarının ne olup-olmadığı değil, yürürlükteki sistemde bireysel, toplumsal ve evrensel ölçeklerde meydana gelen gelişmeler karşısında, halk için temel insan haklarına dayalı, yüksek standartlarda bir yaşam kalitesinin sürdürülüp-sürdürülemeyeceğidir.
Türü ve kapsamı ne olursa olsun, toplumsal ölçekte uygulamaya konulan (proje ya da kanun) her tür girişimin, mutlaka memnun “olan” ve “olmayan” tarafları olacaktır. Memnun olmayan kesimin memnuniyetsizliği eğer basit psikolojik nedenlerden kaynaklanıyorsa, siyasilerin işi pek zor olmayacaktır. Ancak, memnuniyetsizliğin nedeni (ya da nedenleri), topluma yönelik uygulamaların tümü ya da bir kısmı ile, doğrudan kamu yönetimi tarafından halkın belli bazı kesimlerinin “mağdur” edilmesi ise, orada ciddi bir sorun var demektir.
Sadece kamu uygulamalarından memnun olan tarafların “olumlaması” ile bu gibi sorunlar yok olmaz! Aksine, sorun zaman içinde giderek büyür ve nihayet, o toplumun “çok daha büyük bedeller” ödemesini gerektirecek boyutlara gelir. Bu nedenle, siyasi erk sahipleri toplumda gözlemlenen hiçbir memnuniyetsizliği göz ardı etmemelidir. Toplumda ortaya çıkan herhangi bir kitlesel memnuniyetsizlik ne kadar erken teşhis edilir ve sebepleri ne kadar erken dönemde ortadan kaldırılırsa, o problemin çözümü topluma o kadar ucuza malolur. Toplumsal sorunların çözümünde kaybedilecek zaman ise, o topluma büyük maliyetler olarak geri döner.
İster “Güneydoğu” densin, ister “Kürt” densin, Türkiye’nin karşı karşıya bulunduğu (özellikle Cumhuriyet’in kuruluş yıllarında net olarak ortaya çıkmış bulunan) bir sorunu bugünlere kadar ertelemenin neye malolduğu, bugün son derece açık bir şekilde ortaya çıkmıştır.
Bu gibi durumlar, elbette ki sadece Türkiye’ye mahsus değildir… Başta İngiltere (Kuzey İrlanda) ve İspanya (Bask)olmak üzere, Avrupa’da (ve tabii Dünyada) da pek çok ülkenin bu ve benzeri sorunları var. Onlar da, tıpkı Türkiye gibi, sorunun çözümünü erteledikleri her zaman dilimi için ağır bedeller ödediler ve halen de ödemektedirler.
Sorun-zaman ilişkisi bakımından, canlıların hastalıklara karşı olan durumları ile toplumların sosyal sorunları arasında büyük bir benzerlikler vardır. Nasıl ki herhangi bir canlının yakalandığı bir hastalığın tedavisi, hastalığın erken evrelerinde çok daha kolay oluyorsa; toplumsal sorunlar da, ne kadar erken teşhis edilir ve çözülmek istenirse, çözüm o kadar kolay olur. Zira, toplumsal bir problemin 5-6 yıldan daha uzun bir süre devam etmesi halinde, toplumda, bu probleme has ekonomik ilişkiler gelişmeye başlar. Çözümün 10 yılı aşması halinde ise, sorun kendi kültürünü de üretmeye başlar ve bizatihi sorunun varlığı, bazı kesimler için adeta bir “gereklilik”haline gelmeye başlar…
Bugün, geçmişte resmi olarak “Olağanüstü Hal Bölgesi” olarak adlandırılan illerde böyle bir durum yaşanmaktadır. Mevcut çatışma ortamının ortadan kalkması halinde, mesela oradaki “Koruculuk Sistemi”nden nem’alanan kesimlerin durumları ne olacak?.. Kaldı ki bu konu, sadece “ekonomik” boyutlu da değildir.
Pek çok aile “Koruculuk” adı altında, toplumda özel bir sosyal statü sahibi olmuştur. Korucu aileleri, birkaç nesildir sadece PKK’ya karşı “silahlı bekçilik” yapmakta, başkaca herhangi bir geçim yoluna sahip bulunmamaktadırlar. Bugün, bölgedeki terör sorunun çözümü halinde bu aileler, sosyal, ekonomik ve kültürel açılardan barış ortamına nasıl entegre edileceklerdir? Bu ailelerin çocukları, silah kullanmanın dışında, herhangi bir mesleki beceriye sahip ol(a)mamaktadırlar.
Aslında İsrail’in de Filistinliler karşısında durumu, “sorunun sürüncemede kalması nedeniyle yaşanmakta olan ilave sorunlar” bakımından buna benzer. Onyıllardır devam eden çatışma ortamında yaşayan Filistin halkı, dışarıdan aldığı desteklerle İsrail’e karşı bağımsızlık mücadelesi veriyor (yani sadece savaşıyor ve bir “savaş toplumu” haline geliyor). Ancak, bu sürecin böylesine uzaması, Filistin halkının doğal ve normal toplumsal üretkenliğini ortadan kaldırmaktadır.
Bugün bağımsızlık verilse ve İsrail’le olan çatışmalar sona erdirilse bile, Filistinlilerin, kendi başlarına ayakta kalmaları mümkün olmayacaktır. Yeni nesillerde kendi toplumsal ihtiyaçlarını üretecek yetenekler geliştirilinceye kadar, Filistin dış desteğe bağımlı kalmaya devam edecektir.
Çok kısa olarak söylemek gerekirse, sebebi her ne olursa olsun, toplumun memnuniyetsiz kesimlerinde ortaya çıkan sorunlar, tesbit ve teşhis edilir edilmez çözüm yolu aranmaz ve hızla çözülmezse, kaybedilen zaman o topluma giderek çok pahalıya malolur. Sorunun çözümü için harcanacak kan, can ve mal bedelleri, toplumu sarsacak (ve hatta yıkacak) boyutları bulur.
Bu nedenle Türkiye, Kıbrıs ve Güneydoğu sorunları konusunda yeterince vakit kaybettiğini artık görmeli ve bir an önce çözmelidir. Devleti yönetenler, sorunların devamını sağlayan dış etkenleri aşmalı ve akşamdan sabaha çözmenin bir yolunu bulmalıdır. Sorunlar çözülünceye kadar ise, çözüm girişimlerine karşı çıkan ve çözümsüzlüğü öngören kesimlerin seslerine kulak tıkamalıdır…