Son Muhtıra Taraf’a
Hiçbir yerde, hiçbir zaman
Asla bir şey olamazlar;
Önce kendi, sonra kendi,
Yalnız kendi olmayanlar…
Şair güzel söylemiş söylemesine amma velâkin, bu sözler bizim ülkemize pek de uygun değil. Ahmet Altan örneğinde olduğu gibi… Kendi oldu, özgün oldu, bayağı da bir şey oldu ama sonuç ne? Nasıl bir cesarettir ki bu; bir gazete ve birkaç gazeteciyle böyle meşakkatli bir yolculuğa çıkılır. Sen de bilirsin ki bu yol çetin, zor… Bu yoldan dönülmez geri. Bir şeytan üçgeni sanki kurtulan olmamış, bırakmazlar seni. Nasıl bir cesaret ki evlatlarını kaybedenlerin bile dillendiremediği gerçekleri, onlara yakışır bir öfkeyle savunabiliyorsun? Hem ne hakkın var alışılmış düzeni bozmaya. Üç maymunu oynamaya alışmış bir milletin ellerinden tutup görmesini, duymasını sağlayacaksın da ne olacak? Onlar kendilerini değiştirmeyi talep ediyorlar mı ki?
“Siz böyle saygısız, nezaketsiz, tehditkâr bir konuşma üslubunu benimseme cüretini nereden buluyorsunuz?” baskın basanındır demişler. Rakibinden önce davranacaksın. Sayın Altan’ın alt etme metodu bu, kabul güzel ama doğruları söylemek zor zanaat… Arkaya dönüp baktığında haklarını savunduğun insanların bile etrafından dağılıp gittiğini gördüğünde şaşırıp kalır insan. Dokuz köyden kovmakla bırakmıyorlar adamı, direk köyüne gönderiyorlar. Son yolculuğuna oradan uğurlanıyorsun. Defin masrafın bile senden alınıyor üstelik onu bile karşılamıyorlar. Burada bir parantez açarak, ilgililere bir duyuru yapalım: derin devlet yetkilileri; abi bu konuda bir ödenek ayırsanız! Yani her faili meçhul adayı Ahmet Bey kadar varlıklı değil. Akredite olmayan yazarların ek gelirleri de yok malumunuz. Bir güzellik yapıverin, artık son isteğimizi bile sormadığınız insanlara biraz merhamet, o kadarı her insan(!) da vardır diye düşünüyorum. Yanlışsam söyleyin. Ya da siz yormayın kendinizi, sizin yanlış bulmanız hayra alamet olmaz ben kendi kendimi yanlış bulabilirim. Benimki ufak bir rica, o kadar. Saygılar, hürmetler…
Koskoca(!) Genelkurmay Başkanı’nı saygısızlıkla, nezaketsizlikle suçlamak, akabinde de bu nasıl bir cüret demek, karşı tarafın lafını ağzına tıkamak değil de nedir? Belgeleri döktünüz de ne oldu ayrıca? Vay efendim, canlı canlı izlemişler. O görüntüde ki PKK’lılar, Aktütün beldesinde değil diyip çıktı Başbuğ’umuz işin içinden. Sen şimdi bu sözlerini de yalanlar, “hem madem öyle, o farklı dediğiniz bölge de görüntülenen teröristler için ne gibi bir operasyon düzenlediniz?” diye gayet mantıksız sualler de üretirsin. Kendi halin de dolaşmaya çıkmışlar, ordu onlarla mı meşgul olacak? O gün bu şahısları bildirip, operasyon yetkisi alacak üs kademeden kimse de yokmuş ortada duymadınız mı? Çoğu üst düzey askeri yetkili, o gün GATA’daymış, aynı anda hasta oluvermişler beyan etmediler mi? Birlik, beraberlik, bütünlük bu olsa gerek. İşte askeri disiplin; sağ baştan hizaya girip aynı anda top yekûn. Yarısı hastaymış o günler de, diğer yarısı da turp gibi olduklarını zavallı hasta paşaların gözüne sokmak için olsa gerek golf turnuvasına iştirak etmişler.
Zaten bu ülke de golf bilmeyen askeriye de, vals bilmeyen bürokrasi de yükselemez bu da bilinen bir gerçek. Siz daha hangi gerçeğin peşindesiniz? Yıllarca Öcalan’ı yakalayabilecekken yakalamayan, yargılayıp cezalandıramayan, başına bir şey gelmesin diye yirmi dört saat başına doktor diken ( arkadaşımın eşi o doktorlardan biri, derin devlet merak etmesin o da turp gibi, yani paşalarla golf bile oynayabilir.) bu sistem değil mi? Paramız yok diye bağırıyor, generallerimiz neden acımıyorsunuz adamlara? Karakol yeri değiştirmek nasıl bir bütçe ister haberiniz var mı sizin? Paraları olsa bir buçuk liraya açık büfe yemek yerler miydi? Onca balo, kokteyl, açılış resitalleri, sebepli sebepsiz kutlamalar bütçe mi bırakıyor adamlar da? Koça-moça veriyorlar da arazilerini sporu bile ancak öyle yapabiliyorlar.
Sayın Erdoğan’a da bu kadar yüklenmemek lazım bence. Bakınız ısrarla ordunun değil milletin başbakanı olduğunu iddia ediyor. Kendini falan kandırdığı yok, hayır. Belli ki ada fobisi var, Yassı ada, İmralı… Sudan yahut ilmekten korktuğu kuvvetle muhtemel… Başbakana apolet taktırmakla, paşasının başbakanı diye suçlamakla, Genelkurmay başkanına hitabet dersi vermekle olmuyor gazetecilik. Adamın bütün yollarını tıkadığını mı sanıyorsun? Ortaya koyduğun belgelere cevap vermek yerine bilgi sızdıranlarla, yayınlayanlara tehditler savurdu, hainlikle itham etti. Zaten Türkiye’de ülkesi için bir şeyler yapmak isteyen herkes hainlikle suçlanır, ülkeden kovulur, ölümünü müteakip de heykeli dikilir. Haber yaptın da sadece kendini mi riske attın? Devlet, ordu, millet edebiyatı yapan kıraathane köşelerinde ordusuna dil uzat(tır)mayan amcalar bile kafalarının üzerinde koca koca(!) işaretleriyle dolaşır oldular. Tek kaşı havada, acabalarla yaşayan bir millete dönüştük sayende. Amacın masum halka Sivil İtaatsizlik aşılamak mı, yeli Gandhi mi kesildin başımıza? Ne yapalım, orduyu protesto etmek için bütün yeşil kıyafetlerimizi Taksim Meydan’ın da yakalım mı?
Huzurumuzu kaçırmaya ne hakkın vardı Sayın Altan? Ne güzel Taraf’tın, Tarafsız olmanın alemi neydi? Köyler yakılıyor, ırkı farklı diye işkence görüyordu insanlar memleketimin ücra köşelerinde. Bizim ruhumuz mu duyuyordu, hayır. Bombayla arabası uçurulanlar, kafasına sıkılarak öldürülenler çok mu gündemimizdeydi. Faili meçhuldüler ve bizim bilinmezlerle işimiz olmazdı hiç. Adamlara meydan okuyarak; onlar gibi mi yapacaksınız beni, yoksa gazeteye F-16 mı yollayacaksınız diyorsun ( bu ara sen beni güldürdün, Allah’ta seni güldürsün ) bu şekilde yollarını mı tıkayacaksın. Senin için koskoca derin devlet suikast planlarını mı değiştirecek, niye zora sokuyorsun insanları. Zaten amaç, “bakın: aklınızı başınıza almazsanız sonunuz böyle olur.” demek değil mi? İstenen bunun kasıtlı bir cinayet olduğunun vurgusu, yoksa ne bileyim bir trafik kazası, küvete konup, suya saç kurutma makinesi atılması ( otopsi de asla cinayet olduğu belli olmayan bir öldürme şekli) tamamen kaza süsü verebilir olaya. Lakin amaç sadece öldürmek değil, ardından gelenlere gözdağı vermek. Yani pes… Birisini bulup üzerine yıkmaya bile tenezzül etmiyorlar ki, bari geride kalanların içleri rahat etsin.
Taraf gazetesini korumak, güvenmedikleri medyanın istenirse bir kahramanlık örneği sergileyeceği, özgür basın, haber alma özgürlüğü, şeffaflık, terörle mücadele gibi konularla mücadele için şart. Fakat diğer basın tarafından, askeri bürokratik iktidardan iş çıkmayacak, toplum bu konuda baskı yapsın, iş başa düşüyor deniyor ya, ben çok ümitli değilim. Böyle durumlar da köprüyü geçtiğinde arkanda çok az yoldaş bulursunuz. Yalnız olmak tam da bu noktada realiteye dönüşür. Sen gel romantik yazılarına geri dön. Dön ki sonun anti-romantik olmasın. Ancak senin duygusallığın da bir insan Genel Kurmay Başkanı’na kafa tutar, hatta daha da ileri giderek istifaya davet eder. Bilmiyor musun ki, bu ülke de istifa mekanizmasında bir tıkanıklık var, bizde hedef saptırma mekanizması güzel işliyor. Orduyu başarısız bulmak, direk olarak terör örgütünü başarılı bulmak anlamına geliyor ya, işte o misal.
Sayın Taraf gazetesi mensupları: sizleri Genelkurmay’dan aldığım (şu durumda her türlü desteğe ihtiyaçları var, verirler eminim) yetkiye dayanarak tarafsızlığa davet ediyorum. Kimsenin mesrur sükûnetimizi bozmaya hakkı yok. Biz ülke olarak bedel ödemeye, çıkar çatışmalarında arada piyon görevini üslenmeye alışkınız. Şimdi siz gelip piyon değilsiniz, at olup şahlanabilirsiniz deseniz kaç yazar! Bu yaştan sonra kişneyip ‘L’ çizerek mi hareket edeceğiz. Yola çıkıp, bir bir ilerleyip çabucak gözden çıkarılabildiğimiz için ecelimizle, ne zaman uygun görülürse ol vakit ölmeye alışmışız. Zikzaklar çizip, kumpaslar yeşertmek bünyemize ters, beceremeyiz de zaten.