Son Gün
Kimi zaman bitmeyecek kadar uzun, kimi zaman bir an kadar kısa değil mi ömür?
Yaşam ile ölüm el ele tutarak hayat yolunda yürürken bin bir hal çıkmaz mı önlerine?
Hiç bitmeyecek gibi yaşadığım hayatımda neleri yarım bırakmışım, neleri ertelemişim, neleri önemsememişim, neleri özlemişim ya da neleri görememişim diye kendime sorduğumda, hemen yeni bir soru beliriyor aklımda. Yapamadıklarım biryana, yaptıklarım neler diye düşünüyorum? Alışveriş listesi gibi liste hazırlamak istedim, baktım ki birkaç kalemden öteye geçememişim. Çocuklar, ev, iş. Yaradılış manasını fark etmeden beyhude geçen, kocaman bir ömür belirdi gözlerimin önünde. Melüldendim!
Yaşam güneşi yeniden doğsa ve dese ki, sana uzun bir gün veriyorum bu senin son günündür ne istiyorsan öyle beze son gününü. Çevirse kum saatini tersine ve aksa zaman cam kabından.
Gül gibi örtüsüz güzellik sererdim irfan sofrasına, uyku duvağını kaldırırdım uyuyan yüreklerden. Yaratılanların en güzelisin, dünyanın gözü senle aydın oldu, sen neden yanlıştasın uyan ey insanoğlu diye haykırırdım. İnsanın nuru kendi ameli değilmi? O halde neden gurur rüzgârınla söndürüyorsun nurunu derdim. Dünün sıkıntılarını hafifletsem, hatta ortadan kaldırsam diner mi kederler diye sorardım herkese.
Şimdiki anı yaşamak için ümitlerimi yok ederdim. Peki ya ötesi? Belki demezdim belki de. Belki de doludizgin koşardım boşlukların ortasında. O zaman bir günlük yaşamın anlamı nasıl olurdu tasavvur edemiyorum şu an.
Peki, ne yapmalıyım? Yarını dünle birlikte defnedersem ne kalır elimde? Ne geçmişte ne gelecekte neyin özlemiyle bu günü yaşayabilirim. Hiçbir şeyin hasreti, Özlemi, yaşanmışlığı, hayali, arzusu, bedeli yoksa eğer nasıl yaşarım ki o tek günü?
Mademki dün ile yarının gömülü olduğu bir mezarım var, elimde kalana bakmalıyım. Yani bu güne!
Bütün ümmetler için bir ecel (süre, zaman dilimi, müddet) vardır. Onların ecelleri geldiği zaman ne bir saat ileri, ne bir saat geri alınmaz. (Araf-34)
O halde bu günü son günümmüş gibi yaşamaya koyulayım diyorum. Neler yapmalıyım? İlk aklıma gelen, bütün kötü söz söyleyen dudakları mühürler, yalanı yasaklardım. Dünyada ki bütün kitapları okumak isterdim. Sonra hakikati bulup, bilmeyenlere anlatmak ne güzel olurdu. Bütün türküleri dostlarıma armağan etmek gönüllerini mutlu ederdi. Sonra Hüseyin ÖZBAY Hocamdan duyduğum “Aslında yaşadığımız ömür bir gündür.” sözünü bilin düşünün ona göre geçirin son gününüzü demek isterdim. Bütün mahlûkatı daha çok severdim “Yaratandan Ötürü.” Çocukları tek tek öperdim. Çiçekleri koparmadan koklardım. Denizi seyreder en dipteki inciyi çıkarır bir gelinin boynuna takardım. Sonra koşarak köyüme giderdim. Çocukluğumu seyrederdim göl kenarında. Sonra bir tepeye çıkarak rüzgârı tuzağa düşürüp saçlarıma dolardım. Yıldızdan yaptığım tek taş yüzüğü parmağıma takardım. Bağrıma basardım bütün sevdaları. Kuşkuyu, korkuyu hükümsüz kılardım. Bize emanet edilen sevgiyi hep yanımda taşır, ağlayan kadınların avuçlarına sıkıştırırdım. Gülümsemenin bereketini bütün asık yüzlere savururdum.
Sonra kâinata bakardım. Gözümün gördüğü, aklım erdiği her şeyi bir yana bırakarak, gözlerimi kapatıp sır sahibine ram olurdum. Gün batıp, gece kara bağrını açmadan önünde diz çöküp; “Kâinatın sahibi sana varmak istiyorum. Aralı kapını esirgeme bizden.” diye el açardım bütün zamanların sahibine. Ve işte o vakit muradıma ererdim.