Siz Hiç Ağaç Diktiniz mi?
Allah başımızdan eksik etmesin, ben ağaç sevgisini, ağaç dikmeyi, meyve aşılamayı annemden öğrendim. Oğlum derdi, bir ağacın meyvesinden yerken dikenin aşlayanın ruhuna dua et! Bir ağaç dik, veya bir ham meyveyi aşıla ki yiyenlerin duasını alasın, olmadı kurda kuşa nasip olur onların bile duasını alırsın, derdi. Meyve vermese bile kurda kuşa yuva olur, gölgesine sığınanlara serinlik olur diktiğin ağaç yine dua alırsın…
Annemi hep dinledim, kendi köyümde, çoktandır meyveye duran incir, erik, elma, ceviz, ıhlamur ağaçlarım var gençliğimde diktiğim. İstanbul’da bile oturduğum Yeşilpınar’da sitenin bahçesinde çam ve defne ağacım, Başakşehir’de Ordu’dan getirttiğim fındık ve kızılağaç, saksıda yetiştirip sitenin bahçesine diktiğim yeni dünya ağaçlarım var. Halkalı’da erguvan ve yenidünya ağacım var. Emeklilik için hazırlık yaptığım, Milas kazıklı koyundaki sitenin bahçesine ilk yaptığım iş begonvil ve zakkumların yanına zeytin, incir, limon, erik ve elma dikmek olmuştur.
Bu dünyayı terk ettiğimizde geride bıraktığımız para, dükkân, mal mülk varislerimize miras kalır ama diktiğimiz her ağaç bu dünyaya ve insanlığa mirastır. Ve bir ağacı keserken değil bir kere 10 kere 100 kere düşünmek gerekir.
Zorunluluk da olsa bir ağacı kestikten sonra oluşan boşluk beni hep hüzünlendirmiştir. Ağaç biz Karadenizliler için bile yaşamın bir parçasıdır. İhtiyaç için olsa bile kestiğimiz ağacın köküne zarar vermemek öğretildi bize; yeni ışkınlar büyüyecek 5-7 yıl sonra yine bir ihtiyacı karşılayacaktır. Rahmetli Karakulak Dursun dayıdan duymuştum: Oğlum findık bahçesi açmak için ormanı kesiyorlar kökünü söküyorlar ama fındığın kökü yoka olur (derinler inmez anlamında)… Yamaçlarda aralarında köklü ağaç bırakacaksın ki toprağı tutsun, yoksa sel olduğunda fındıklar ocakları toprağı ile uçar gider, demişti.
Köyde dolaşırken harman kenarlarında asırlık dut ağaçları görürdüm, üç yetişkin insanın kulaçlayamayacağı gövdesiyle… Kim bilir kimler tırmanmış doranlarına, kimler dutlarından yemiş, pekmezini kışın katık etmiştir mısır ekmeğine… Bizde de vardı bir tane, için için çürüyünce kesmişlerdi… Bu kurban bayramında gittim ziyaret ettim, kurumuş kökleri hala duruyordu toprak üstünde… Çocukluğuma götürdü o kökler beni, çocukluğumu düşledim, aldım karşıma yıllar öncesini yad ettim o çocukla…
……
Zeytin ağaçlarını kökleriyle birlikte yerle bir ettiler Soma’da… Soma’lı kömür işçileri kadar içim sızladı görünce televizyonda… Zeytin ağacı da asırlıktır. En güzel asırlık zeytin ağaçlarını Burhaniye Gömeç’te görmüştüm. Eğri büğrü gövdeleri delik deşikti, dantel gibi olmuştu bazıları, beri taraftan baksan arkayı görebiliyordun. Lakin hala zeytine duruyorlar, hala canlı sürgün verebiliyorlar… Kutsal kitaplarda ismi zikredildiği için kimilerince kutsiyetleri vardı zeytin ağaçlarının; kuşakları, kavimleri birleştiriyorlardı sanki uzun yaşamlarında…
Kuzey Ege’den güneye indikçe kızılçamlarla birlikte kayaların arasından fışkırıyorlardı zeytin ağaçları… Var oldukları yerlerde insanda yaşayabiliyordu; insana ekmek, emeğe vatan eğliyorlardı güneşin kavurduğu çorak kayalıkları…
Acaba diyorum, zeytin ağaçlarını sökün emrini verenler, hiç ağaç dikmişler miydi? Bir ağacın yaprak yaprak, dal doran usul usul büyüdüğünü hiç görmüşler miydi?
Enerjide lazım tabii, her şey enerjiyle var oluyor… İyi de yer mi yok termik santrali oturtacak, koca memlekette… Kurarsın kurak bir yamaca tesisi, taşırsın hammaddeyi raylı sistemle… İşletme maliyeti artacakmış; önemlimi ki kuşaklarca sürecek sosyal maliyetin yanında… Bu maliyeti bilançolarına dahil etmeyenler er veya geç bir gün pasiflerindeki borçlarla yüzleşeceklerdir. Bugün veya gelecek kuşaklar önlerine koyacaklardır borçlarını…
Bir sene sonrasını düşünürsen ekin ek, on sene sonrasını düşünürsen ağaç dik, yüz sene sonrasını düşünürsen milleti eğit, bin sene sonrasını düşünürsen sanatçı yetiştir. Biz bu sözün neresindeyiz acaba? 11.11.2014