Siyaset Felsefesi
Arap dilinde “idare etmek” anlamına gelir. Politika da kısmen siyaset ile aynı anlamdadır, Yunanca da “Şehir ile ilgili işler, idare işleri” anlamında kullanılmasına rağmen, günümüzde aynı anlamı taşımıyor. Siyasetin kökeni devlettir, devletin olmadığı bir yerde bugünkü anlamda siyaset olamaz. Siyaset felsefesi, felsefenin bir dalı kabul edilir, ünlü filozoflar bu konuda eserler yazmış, önemle sorgulamışlar. Siyaset bilimi de siyaset felsefesi ile yakın anlamı çağrıştırması, aynı alanda dizilmesini gerektirmiyor.
Siyaset bilimi, var olan durumu, devleti, siyaseti, siyasi partileri, seçmeni inceler. Siyaset; birey, toplum, devlet ilişkilerinin sınıflandırılması yönetimin sağlanıp toplumun kontrol altına almanın ismidir. Birey; toplumun parçalanmaz en küçük ismidir. Parçalanması durumunda yok olması, canlılığını yitirmesi anlamına gelir. Toplum ise bireylerin bütününe denir. Birey yalnız olmadığı için bireyler arasında kapışmalar, savaşlar, kargaşalar sonucunda güçlü çetelerin veya Marksist deyimle üst sınıfın, burjuvazinin, iktidar elde etmesiyle siyaset kavramı tahakküme transfer olur. Doğanın hiçbir yerinde rastlanmayan sınıfların yönetimi; İnsan toplumunda kurumlaşarak sömürme mekanizmasını oluşturur. Yüzyılların, bin yılların sorgu mirası felsefe, tıpkı epistemoloji, ontoloji, teoloji, etik, estetik alanında özel birer alan oluşturup, sorgu mekanizmasını çalıştırıyorsa; aynı biçimde Siyaset konusu da felsefenin önemli bir konusudur. Felsefe siyaset alanında yönelttiği birkaç soruyu sıralayacak olursak; Otorite meşru mudur? Otoritenin kaynağı nedir? Devletin kaynağı nedir, meşru mudur? Yönetim gereklimidir, en iyi yönetim şekli hangisidir? Meşruiyetin ölçüleri nelerdir? Bireyin hakları, özgürlüğü, eşitliği ve benzeri bir takım temel sorular sorulur.
Devlet
Siyasetin geliştiği, kurumlaştığı, yetiştiği yuva devlettir. Tıpkı bir anne gibi devlet siyaseti yedirir, içirir, büyütür, olgunlaştırır. Devlet olmadan siyaset düşünülemez, insanların kontrol altına alınması, kafese kapatılması devlet sayesinde olur. Siyasetin meydana gelmesi için devlet gerekli ise, devletin de meydana gelmesi için dört temel öğe gereklidir. 1. Coğrafi bölge, ülke, vatan, bir toprak parçasının olması. 2. İnsani öğe, halk, toplum, bireylerin bulunması. 3. Siyasi öğe, hükümet, iktidarın olması. 3. Hâkimiyet, egemenlik, siyasi öğrenin halkı kontrol etmesi ve onu hukuk ile yargılaması, askeri-polisi güç ile baskı altında tutması.
Coğrafi bölgeler ile toplulukların oluşumu doğanın her yerinde vardır. İnsan dışındaki diğer canlılarda toplu halde yaşabilmektedir. İktidar ile tahakküm, yani bir kısım örgütlü/kurumlu grupların bireyleri uzun süreli idare altına alma durumu doğanın hiçbir yerinde görülmemektedir. Aristoteles İnsana siyasi hayvan demiştir. Aristo’ya göre devlet gereklidir. Ona göre insan devlet düzeni altında yaşamaya eğilimlidir. İnsan siyasi hayvan olabilir, ancak siyaset marifet olmadığı için- insana ek özelikler yüklemediği için, insanı hayvanlardan daha anlaşamazlıkla suçlayacağımız anlamına gelir. İnsanı hayvanlardan ayıran salt siyaset değil; bilinç, zekânın gelişmiş olması, simgelerin kullanılması, aletler ve aletleri yapan aletleri de kullanabilen bir hayvandır. Bakunin, Proudhon, Kropotkin ve onları izleyen düşün bilimciler ise, devlet öğesinin insanı kafeslediğini savunarak, devletin kaldırılmasından tavır sergilediklerini görürüz. Bakunin, devletin zorunlu bir kötülük olduğu gözleminde. Marks, devletin sınıf mücadelesine dayandığını, devleti; bir sınıfın diğer bir sınıfı yönetimi olarak tanımlar. İslam dünyasında da devlet ilgili çalışma yapan bilim insanları vardır. İbn-i Haldun, devlet kaynağını “kuvvete” dayandırır. İbn-i Haldun, örgütlü ve güçlülerin yönetimi ele geçirdiğini tespit eder.
Devlet tanımları çok eskiye götürülebilir. Sofistler devlet kaynağını hep sorgulamışlar, ideal bir düzenin mümkün olmadığını savunmuşlar. Sofistler aile, din, devlet ve benzeri otoritelere boyun eğilmemesini öngörürler. Nihilistler de otoriterlere boyun eğmemeyi, bireyciliğin (individualisme) doğru olduğunu söylerler. Devletin ortadan kaldırılması için Marks bilimsel önerilerde bulunmuştur. Patron: Tez, İşçi: Anti-Tez ve emekçinin sentez olduğunu belirterek gelecekte devletin varlığına ihtiyaç olamayacağını iddia eder. Marks’ın öne sürdüğü diyalektik tarih anlayışını yaşadığı dönem ile alakası güçlüdür. Dönemin İngiltere fabrikatörlerinin aşağı yukarı on beş saat işçileri çalıştırdığını ve hiçbir güvence vermediğini biliyoruz. Sekiz-on yaşlarında ki çocukların bile çalıştırıldığı, tatil günlerinin olmadığı bir dönemde Marks’ın yakın gelecekte emekçi toplum sentezini yapması anlaşılırdır. Ön görülen emekçi sentez Marks’ın söylediği sanayi toplumlarda olmadı. Aksine tarım bölgeleri olan Rusya ve Çin gibi yerlerle gerçekleşti. Eğer liberal ekonomi sanayi toplumlarda kısmi reformlara gitmeseydi Marks’ın öngörüleri gerçekleşebilirdi. Asgari ücret, tatil günleri, sekiz saat çalışma, sosyal güvence, sendika hakları gibi tavizlerin verilmesiyle, öngörülen patlamaya engel olunabildi. Marks’ın yorumları sanayi toplumları göz önüne alınarak yapıldığı için Rusya ve Çin’de kurulan proleter-emekçiler diktatörlüğü kısa sürede tasfiye oldu.
Marks üzerine yaptığımız kısa değerlendirmeden sonra tekrar Antik Yunan’a dönelim. Mezopotamya’dan Yunan’a göçlerin başlamasıyla, iç karışıklıklara neden olmuştu ve tabi olarak Demokrasi de zedelere neden olmuştu. Demokrasi hasar gördüğü için o günün düşünürleri bazı düşünsel çöküşler yaşamışlar “ideal” toplum arayışları başlamıştı. Sofistler ideal toplum konusunda umutlarını kesmiş, ideal toplumun mümkün olmadığını düşünüyordular. İdeal toplum arayışlarından en önemlisi Eflatun’un “Devlet” çalışmasıdır. Eflatun/Platona’a göre Hükümdarlar filozoflardan seçilmelidir. Hükümdarın alt kademesinde, idareciler/koruyucular yer alır. İdarecilerin altında ise üreticiler/çiftçiler yer almalı. Platon kölelerin sadece çalışma aracı ve mal olduğunu söyler, Aristoteles de aynı görüştedir.
İslam dünyasının ünlü düşün bilimcisi Farabi, Platondan etkilenmiştir. İdeal devlet anlayışını “Erdemli Şehir” adlı eserinde toplayarak peygamberlerin veya filozofların hükümdar olmasını düşlemiştir. Demokrasi, Sosyalizm, Felsefecilerin düşlediği ideal toplum anlayışlarının yanı sıra, tanrının egemenliğini savunan düşünürlerde olmuştur. Eski Mısır, Babil ve buna benzer ülkeler tanrıların ülkesidir. Tanrının yönetimine teokrasi denir. Ortaçağ Hıristiyan teologu St. Augustinus “Tanrı Devleti” adlı eserinde, insanların “Gök Devleti” ilklerine göre yönetilmesini savunmuştur. İslami devletlerde “şeriatı” savunan teologlarda, insanların Allah’ın değişmez yasalarıyla yönetilmesini, “zillullah” Allah’ın gölgesi halifelerin kader ile tayin olunduklarını onlara karşı çıkmanın caiz olmadığını belirtirler. İran’ın bugünkü yönetiminin dayandığı Şia mezhebi bunun özelikle imanın şartlarından biri, “imamet”, olduğuna inanırlar. Halifeler yazılı yasalara (şeriata) aykırı hareket etmedikleri sürece onlara bağlılığın farz olduğunun inancındalar. İbn-i Teymiyye İslami teokrasinin temsilcilerinden biridir.
İdeal devletin arayışı modern çağlarda da devam etmiştir. T. More’nin aile üzerine geliştirdiği “Ütopia”sı örnek gösterilebilir. G. Orwel gelecekte teknolojinin korkunç yönetimine karşı insanlığı uyarır. Global bir köy haline gelen dünyamız da post-modern tezlerin yanı sıra; teknolojinin evrime sunduğu müthiş hızlı ve güçlü mekanizmasına, insanlık bir yaprak gibi savrulmuş hale gelmiştir/gelecektir. Nesnelerin özneleri yönettiği dünyamızda insanlığın acilen felsefi sorgulamalarla öznelliklerini, özgürlüklerini bulmaları gerekecektir. Nietzsche’nin zamanında “Tanrı Öldü” acil çağrıları nasıl ki kendisini haklı göstermiştir. Ve dünya çapında savaşlarla insanlık heder olmuştur. Aynı şekilde teknolojik, nesnelerin yönettiği bir topluma doğru kayışımızı fark etmemiz gerekecektir. Aksine insanın makine olması kaçınılmaz olacaktır.
İktidar
Devlet kurumunu ayakta tutan kuvvete iktidar denir. Devletsiz iktidar, iktidarsız devlet düşünülemez. İktidarların yüzleri veya dayandıkları kavramlar değişik olabilir; Tanrı vekili, soylular, seçkinler, filozoflar, çoğunluğun gücü veya değişik yönetim biçimlerine bürünerek iktidarı sağlayan güçlü gruplar yönetimi. İbn-i Haldun’un bu konudaki -kuvvete dayanır iktidar- analizi yerindedir. Sümer rahip döneminde kuvvet rahiplerde, ortaçağ Roma’sında güç kilise de iken; soylara, kabilelere, askeri, ekonomik güçlere dayanan iktidarlara da rastlayabilirsiniz. Günümüzde medyanın gücüyle seçilen iktidarlar, medyanın değil medyanın arka planında ki ekonomik güçlerdedir. Günümüz dünyasında çoğunluğu ikna eden demokrasi modeli aktan çıkmış süt, halkın kendi kendisini yönetmesi olarak anlaşılmamalıdır. Okul sıralarında öğretilen halkın egemenliği sözleri sadece birer güzel sözdür. Pratikte kesinlikle bu doğru değildir. Günümüzde hiçbir iktidar devletlerin analizinden geçmeden halkın iradesiyle seçilemezler. Derin devlet denilen literatürsel kavram aslında devletin kendisidir ve olduğu gibi açıktır. Devlet ise üst sınıftır; ekonomik, teknolojik, siyasi gücü birleştiren burjuva sınıfıdır. Bunu anlamak için o kadar derin bilgileri gerektirmez. Mevcut siyasi partilerin ideallere dayanmadığını, düşüncelere veya inançlara dayanmadığını anlayabilmek için; siyasilerin hayatlarını, onların hayatlarından çok zıt olmasına rağmen karşı partilere geçişlerini, partilerin değişim nedenlerini, medyanın propagandasını, şantajlarını biraz gözlemlerseniz, seçimlerin o kadar masum olmadığını anlayabilirsiniz. Peki, demokrasi olgunlaşırsa üst sınıfın elinden çıkar mı? Bence bu modelin şeffaflık veya olgunluk ile alakası yoktur. Bütünüyle alt sınıfın siyasete geçişinin olabilmesi için sadece piyon olması gerekecektir. Siyasetin ekonomik çarklarla, kölelikle ile döndüğünün farkında olmamız gerekir. Aksine demokrasiyi doğru okumamız olmayacak.
Egemenlik
İktidarların (devletlerin) dış güçlere karşı sınıflarını koruyabilmesi, içe doğru baskısını his ettirmesine egemenlik denir. Egemenlik, halkın değildir. Aksine halkı baskı ve kontrol altına alınmasıdır. Bireylerin/vatandaşların yasalara, hukuklara ayak uydurması, onu içerlemesi devletler için en önemli faktördür. Halkın veya bireylerin tüzel, bireysel isyanları kesinlikle cezaya çevrilecektir. Devletin egemenliği bireyi kafese kapatmak, kontrol altına almak, onu sınırlamak, kendine dönüştürmek ve insanı yutmaktır. Devletlerin en acımasız egemenliği savaştır. İç savaşı yaratmak, iç parçalanmayı sağlamak ve bundan görev üstlenmek devletlerin vazgeçilmez taktikleridir. Devletin açık düşman ve esir etme kurumu olduğunu unutturmak halkı buna ikna etmek, hedef yönü değiştirilerek başarılabilir. Askeri-polisiye, ekonomi ve hukuk kurumlarıyla egemenliğin sağlanması halinde, birey itaatkâr birer kul haline dönüştürülür.
Özgürlük
Bireyin özgürleşmesi, üç temel ilkenin değişmesiyle sağlanabilir; Etik, Ekonomi ve Eğitim. Siyasi partilere destek, siyasi parti kurmak, siyasetle veya devrim ile yola koyulmak, toplumları tersten bir baskı altına almaktır. Değişmesi dereken yönetenler değildir. Değişmesi gereken “çobansız yaşamayı öğrenen, çıkar ilişkileri dışında dostlukların gelişmesi, kapitalizmin-pragmatizmin peyderpey devletlerin oluşturmuş doğasından söküp atılmasıyla” sağlanabilir: özgür bir toplum.
Etik olmadığı zaman devletin hukuk eli insanları baskı altına almak için bahane doğar. Etik nedir (Otorite ve Anarşi makalemiz bkz) sorgusuyla farklı etik kuramlarına ulaşılabilir. Ancak hiçbir aklın dışlama edemeyeceği duygudaşlık/empati ilkesiyle özgürlük ve birliktelik sağlanabilir. Özgürlük, insanın dilediği gibi yaşaması değildir. Dilediği gibi yaşamak ise eğer özgürlük, o zaman hayvanlar daha özgür olmalıdır. Özgürlük: özgün duruş, erdem, öz güven, özlerin otoritelerden arınması ve özgün eylemlerin serbestçe hiçbir baskıya yılmadan ortaya konulmasıdır.
Eğitim devletlerin en önemli silahıdır. Devlet okulları ise bireyi esaret altına almaktır. Bireyin dışından, yanı sıra beyninde de yer edinmek otoritelerin en önemli görevidir. Devlet okullarını iyi bilmek, onu iyi okumak, onunla meslek elde edinmek bireyin vazgeçilmezidir. Bir kere bu okullar iyi okunacak ve otorite iyi tanınacak. Ancak, öbür yandan halkların özgür evleri, kaynaşma merkezleri, devletler olmadan özgür eğitimin sağlanması, bilginin ve bilimin değer kazanması, çıkar ilişkilerden arınmış bilginin oluşması şarttır.
Ekonomi barınma (ev), giyinme (kıyafet), var olma(kariyer), gönül ilişkisi(kadın erkek ilişkileri), seyahat(kültür-gezi ihtiyacı) ve insanın toplum arasında rahat hareket etmesini saylayan en önemli araç ekonomidir. Ekonomi emeğe, emek ise zihinsel ve bedensel çalışmaya dayanır. İnsanın temek ihtiyaçlarını engelleyen otoriteler insanı kendisine boyun eğdirmek için çalışır. İşsizlik ve sömürü bu planın iki önemli parçasıdır. İşsizliğin kökeni şudur: ne kadar çok işsiz varsa o kadar çok boyun eğen, otoritelere ucuz kölelik eden olur. Sömürü ve en üst aşaması olan emperyalizm, alt sınıfları toplu ekonomik kıyıma sürüklemektir. Ekonomik gücün otoritelerin ellerinde olması, olur olmaz bireyi de istediği tarzda yönetme yetkisi doğar. Eşitlik soyut anlamda değil, somut anlamda olmadıkça eşitlikten ve adaletten söz edilemez. Halkların gönül birliğiyle oluşabilecek eşitlikçi ekonomik model, duygudaşlık ilkesine dayanan etik ve ondan doğacak paylaşım bireyleri parçadan çıkarıp; “öz”ünün “gür” hale gelmesini ve özgür olmasını sağlayacaktır. Önemli olan imkân dâhilinde olan kapitalist sınırlarda yükselmek değil, imkânsız olanı ütopyasında yaşatmak ve mutlak somut eşitliği istemektir.
Saygılarımla...