Sivas’a Bir de Bu Açıdan Baksak ( I )
Sivas Madımak katliamı davası zamanaşımından düştü.
Dava Yargıtay’a gidecek vs.
İnsanlığa karşı işlenmiş bir suç var ortada ve adliyenin önündeki kalabalığın,mahkeme kararına karşı protestosuna polis sert tepki gösterdi.
Polis, yüreği yanan insanların acısını copla, gazla daha bir artırdı.
Başbakan Erdoğan, karar sonrası, “hayırlı olsun” dedi.
Dudak uçuklatacak cinsten bir açıklama; zamanaşımı gerekçesiyle insanlık suçu dosyasının tozlu raflara terk edildiği, adaletin tecelli ettirilmediği bir karar için “Hayır” dilemek, yaraya tuz basmaktır.
Vakit gazetesinin bir köşe yazarı, “hergeleler…ayakları taşa takılsa insanlık suçu diyecekler” şeklinde dalga geçen yazılar yazdı.
Müthiş bir insafsızlığın, vicdansızlığın, adaletsizliğin, insanlık dışı zihniyetlerin tezahürleri bunlar.
Peki, bütün bunlar kötü şeyler.
Fakat sorun bütün yakıcılığıyla ortada duruyor.
Mahkeme mevcut dosya üzerinde ister en fazla cezaları versin, ister hepsini tahliye etsin vs. bu, işin başka bir kısmı. Yasal olarak gerekli takipler ve adil yargılamalar yapılmalı ve zanlılara hak ettikleri cezalar verilmeli. Ve asıl olarak bu davanın dehlizlerine dek inilerek tertipçilerin, tetikçilerin izleri sürülmeli. Bu bir dilek ve talep. Bunun gereğinin ilgili mevcut kurumlarca yapılması mümkün gözükmemesine rağmen, bu dilekten ve talepten vazgeçilmemeli. Ve elbette o kurumların, yani devletin, bu ve benzeri davalarda gerçeği ortaya çıkaran ve adaleti tesis ettiren bir yapıya dönüştürülmesinin mücadelesi verilmeli.
Sorun ortada duruyor ve 93’ten bu yana da işin asıl kısmı üzerinde iz sürecek siyasi ve sivil irade yok.
Mahkeme kararı sonrası bu konuda okuyabildiğim hemen tüm yazılar olayın oluşu, yargı süreci ve Alevilerin katli babında, daha çok durum tespiti yazılarıydı. Kimileri de gerçekten etkileyici ve kaliteli yazılardı.
Ancak bu yazıların hemen hepsi, sorunun aşılmasına ve bunun üzerinden somut demokratik adımların atılmasına yönelik değildi. Bu yönde değerli yazılar da olabilir, ama bilemediğim için bir şey diyemeyeceğim.
Sorunun aşılması diyorum; yoksa işin yargıyla sınırlı olan bölümünde adalet uygulansa bile, bu durum olaya ilişkin bir sonuç olup olgunun kendisindeki sorunu çözmez.
Olgunun kendisindeki sorun, kimlikler arasındaki farklardan egemen güçlerin/iktidarın/devletin istediği gibi yararlanabilmesi ve kimliklerin üzerinde at oynatabilmesidir!
Devlet/iktidar, olgunun kendisindeki sorunun çözümüne, işine gelmediği için hiçbir katkı sunmaz. Çünkü ondan besleniyor!
Kimlikler arasında siyasi çıkarlar için üretilmiş tüm sorunları, yine o kimlikler çözer. Yeter ki devletin, gücün, dayatmanın ve egemenliğin aklıyla değil, insan hakları anlayışı ve vicdanla hareket etsinler.
Görüşümdeki içerik zayıflaması pahasına retorik yapacağım.
Buna, derdimi bir gazete yazısında daha anlaşılır ifade edebilme kaygımdan dolayı mecburum.
Lütfen bu hitabet tarzı yazımı bir nutuk atma, bir ‘doğru yola’ çağırma mistisizmi olarak görmeyin. Bu yalnızca içimdeki acının dışa vurumu olup bunu sizlerle paylaşma isteğimdir.
Bu ülke Türk, Kürt, Ermeni, Rum, Süryani, Roman, Sünni, Alevi, Hıristiyan, Yezidi; bu ülkede yaşayan herkesin. Bu ülke hepimizin. Bizler bu ülkede yaşayan bütün kimlikleri eşit birer yurttaş, eşit birer insan olarak görmediğimiz sürece, hiçbirimiz özgür ve mutlu olamayacağız.
Devlet merkezli üretilen kimlikçilik siyasetlerinin acılarını yaşamak, yetmedi mi hala! Hepimiz o baskıcı, ayırımcı, işkenceci devletin sopasını şu veya bu zamanda, şu veya bu şekilde yemedik mi?
Peki, Sivas ve daha başka birçok olaylardaki duyarsızlığımız, sessizliğimiz niye?
Bizler nasıl evrensel insana ulaşacağız?
Kendimize bir zarar verildiğinde bağıracağız, ama başkasına zarar verildiğinde sessiz kalacağız!
Çünkü o başkası, ‘öteki’ değil mi?
Devlet işaret etti, ötekileştirdi; bizlerde onları dövdük, kovduk, mallarını gasp ettik değil mi?
Bu nasıl insanlık?