Sivas Yöresinde Ramazan ve Kurban Bayramı
Ramazan ve Kurban Bayramındaki
hazırlıklar genellikle aynıdır. Her iki bayram gelmeden önce günler öncesinden birkaç evin bayanları bir araya gelir, birbirlerine yardım ederek tokat yaprağı ile etli yaprak sarmasını yapar ve pişirirler.(O yıllarda da kaynanalar nedenseoğullarına Tokat ilimizden gelinlik kız almaya özen gösterirlerdi. Hemen hemen
çoğu ailelerde mutlaka bir Tokatlı gelin olurdu). Sivas’ta meşhur kalbura bastı
(hurma) veya bol cevizli sarığburma tatlısı yapılır. İçerisinde yarma, nohut,
kuru fasulye, çekirdekli siyah üzüm, çekirdekli ve çekirdeksiz sarı üzüm,
incir, kayısı ve şekerden yapılan ve üzerine ceviz dökülerek soğuk yenen bayram
çorbası ya da aşure pişirilirdi. Genellikle kuşbaşı etinin yer aldığı sebze
yemekleri. Ayrıca Sivas’a özgü yarma, pancar, yoğurt, un ve yumurta ile
pişirdikten sonra sıcakken üzerine tereyağının içinde kavrulan soğanın üzerine
nane konarak hazırlanan karışımın üzerine boşaltıldığı (Sivas’ta bu karışıma
sokarıç denir) meşhur Pancar Çorbası pişirilirdi. Her ev maddi gücünün yettiği
oranda mutfak hazırlıklarını tamamlardı. Bayrama yakın tekrar bir ev temizliği
daha yapılırdı.
Çoğunluğu ahşap olan evlerin duvarları kireçti. Sivas’ta
Bezazlar çarşısındaki tuzculardan alınan kalın tuzda ak kaya kirecinin içine
ilave edilip evin duvarları bu kireçle badana yapılırsa plastik boya gibi
olurdu. O zaman da duvara yaslanan kişinin giysisi kireç lekesi olmazdı. Bütün
işler Kadir Gecesi’nden önce bitirilirdi. Çünkü Kadir Gecesi iftardan sonra
bütün aile hep birlikte çoluk çocuk camiye gidip teravi namazını mutlaka
kıldıktan sonra cami görevlilerinden yetkili birisi tarafından özel bölmesinde
titizlikle muhafaza edilen Sakal-ı Şerif ziyaret edilirdi. Erkeklerde bu esnada
ilahiler söylerlerdi.
Arife gününden önce ayrıca
çarşıda pazarda bir hareketlilik başlardı. Öncelikle çocuklara ve evdeki yaşlı
neneler ve dedelere bir hediye ufakta olsa mutlaka bir şeyler alınırdı. Çünkü
bayram sabahı çocuklara hediyeler verilirken yaşlılarımızın da gönülleri ve
duaları alınırdı. Ev halkından çarşıya gidenler yaşlılara hediye olarak ne
almaları gerektiğini, canlarının ne istediğini sorduklarında ise Neneler ‘Sağol
gızım, zahmet çekme de madem alacan gafana goymuşsun bari dallı güllü olmasın
hemi gızım’ diye tatlı tatlı naz yaparak ufaktan gönüllü olduklarını
belirtirlerdi. Ev halkı da onlara genellikle ya bir atkı (bürükte denirdi şimdi
pek kullanılmıyor) ya kalın fitilli çorap, ya da pazen elbiselik alırdı.
Dedelere ise ya tespih, kışsa mes ( potin) ve lastik ya da pantolon altından
giyecekleri dizlik veya kışlık fanila alınırdı. Önemli olan zaten hediyenin
cinsi değil onlar için bir hatırlanmaktı.
Arife gününden önce çarşı Pazar işi
de bittikten sonra sıra gelir aklanıp paklanmaya. Evdeki hanımlar aşmıya (öğleden
önceki vakit)
erkekler ise akşam gece hamamına giderlerdi. Çocuklar ise gündüz okulda oldukları için hamama gidemezlerdi. O yılarda evlerde banyo olmadığı için banyo ihtiyacı evlerde oturulan mahatın (sedir) baş tarafında köşede kare şeklinde cağ veya gusülhane
denen yer vardı. Farklı koşullarla ısıtılan su ile evdeki çoluk çocuk da burada yıkanırdı. Eğer evde cağ yoksa büyükçe bir leğenin içinde anneler çocuklarını sobanın başında leğende yıkarlardı. Hatta bazen çocuk odanın ortasında yıkanmaya utanır ya da üşenip yıkanmaktan kaçınca da o zaman anneleri çocuklara ‘Sus eccük arafa suyuyla çimmek sevaptır piripek olki zabanan elimizi temüzce öpecen bizde sana hediyelerini vereceğiz’ derler ve çocukları ikna eder sonra tatlılıkla leğende veya cağda yıkarlardı. İşte eskinin zor koşullarda da olsa her türlü hazırlıklar gayet farklı çözümlerle gideriliyordu, üstelik daha tatlı ve samimi, daha heyecan ve coşku dolu idi. Bayram sevinci ve coşkusu günler öncesinden bütün evi sarardı.
AREFE GÜNÜ VE MEMMECİMİN GLİĞİ
Arefe gününden önce bütün hazırlıklar biter, arife günü çoluk çocuk ailece Sivas’taki Yukarı Tekke ve Halfelik’teki Kabristan ziyaretine giderek dualarımızı okur, evden bidonlarla götürdüğümüz suyu ev halkı sevap olsun diye sıra bile kabristana dökerek rahmetlik olan yakınlarımıza karşı görevimizi yerine getirmenin mutluluğunu hissederdik. Mezardan geldikten sonra da çocuklar komşularının kapısını çalarak Memmecimin Gıliği gezerlerdi. Her çaldığımız kapıya da topluca bağırarak:
“Memmecimin havası,
Madelerin tavası,
Gökten rahmet,
Yerden bereket, Amin Amin bir gılik” derdik.
Kapıyı açan ev sahibi de ya çocukların ellerindeki ince uzun oklavanın ucuna daha önce çarşıdan aldıkları ortası yuvarlak gıliği (küçük çapta simit) takarlardı ya da balon, şeker verirlerdi. Çocukların bu komşu gezme işi akşama dek sürerdi.
BAYRAM NAMAZI
Arife günü akşamı ev halkı erken yatmaya gayret ederdi. Çünkü ertesi gün evdeki erkeklerin tamamı Bayram Namazı’na gideceklerdi. Sabaha karşı bayram namazı vakti gelince evdeki erkekler kalkıp Bayram namazına giderlerdi. Bazen evdeki delikanlılar uykuya doyamayıp camiye bayram namazına gitmek istemeseler de babalarının korkusundan çalımlı çalımlı abdest alıp yinede giderlerdi. Gitmeden öncede daha önce yapılı
(hurma) bir adet ağızlarına ayaküstü atıp onu yer camiye giderlerdi ki bayram tatlı geçsin diye. Erkekler bayram namazında iken hanımlarda evin işini tamamlar, etli yaprak sarmasının da mevcut olduğu bayram sabahının ilk kahvaltısını özenle hazırlardı. Çayı demledikten sonra evdeki erkeklerin camiden gelmesini beklerlerdi. Biz çocuklar ise babamız bayram namazından gelmeden kesinlikle zorda olsa uyandırılırdık. Sabah gözlerimizi açar açmaz akşamdan başucumuzda hazır bulunan o zaman moda olan rengârenk basma elbisemizi giyer, babalarımızı beklerdik. Evin erkekleri bayram namazından gelmeden her iş bitmiş, kahvaltı hazır ve çoluk çocuk giyinmiş olurduk. Bu evin erkeğine saygıdan geliyordu.
BAYRAM SABAHI
Erkekler bayram namazından eve gelir gelmez ev halkı birbirimizle bayramlaşırdık. Küçükler büyüklerin ellerini öper, büyüklerde küçüklere bayram harçlığını ve daha önceden aldıkları ufakta olsa hediyelerini verirdi. Bizde o harçlıkların bir kısmını biriktirir diğer kısmıyla ise koşarak mahallemizdeki bakkala gidip kâğıtlı şeker, gazoz ya da kenger sakızı alırdık. Kâğıtlı şeker o zaman pahalı olduğu için lükstü, evlerde az bulunurdu, bu yüzdende genellikle konuklara akide şekeri ikram edilirdi.
Bayram sabahının kahvaltısında büyükler küçüklere şöyle derdi hiç unutmam ‘Aman çocuklar boğazınıza sahip çıkın oruçtan yeni çıktınız çok şeker yerseniz bayrambağ olursunuz ha o zamanda 41 tane kefaret orucu tutmak zorundasınız. Bayrambağ olursanız bir aylık orucunuz ziyan olur’ derlerdi. Yani mide ve bağırsaklarımızın bozulmasından korkarlardı. Bizde inanır tekrar 41 tane daha oruç tutarız korkusuyla yememize içmemize dikkat ederdik. İşte demek ki eskiden büyüklerin sözü nasılda dinlenirmiş. Şimdi ise zararlı yiyecekleri çocuklarımızın ellerinden alamıyoruz, söz dinlemiyorlar maalesef.
Bayramın ilk günü öncelikle aile büyüklerine ve yas evlerine gidilir. Ertesi günlerde ise eş, dost, akraba ziyaretleri devam ederdi. O yıllarda paralı taksi hem azdı, hem de çok pahalıydı. Belediye otobüsleri de yeterli olmadığı için genellikle her yere yürüyerek ya da faytonla gitmek tercih edilirdi. Bütün akrabalara mutlaka gidilirdi. Onlarda bize gelirlerdi. Her gelen misafirlere de daha önceden hazırlanan yiyecekler ikramlar edilirdi. Eğer uzak mahalleden gelmişler ise mutlaka sinilerle sofralar hazırlanıp dolmalar, çorbalar ve tatlılar muhabbetle sunulurdu. Böylelikle eş, dost, akraba ilişkileri samimi ve sıcak olurdu.
KURBAN BAYRAMI
Kurban Bayramında da Ramazan Bayramı’ndaki gibi yine aynı hazırlıklar yapılırdı. Kurban Bayramının birinci günü sabah bayramp üzerine leğen çevrilen kalbura bastıdan
namazından gelir gelmez hali vakti yerinde olan aileler kurban keser ve çevredeki et alamayacak durumda olan insanlara dağıtırlardı. Kurban kesilirken orada bulunan çocukların alnına da parmak ucuyla kurbanın kanından sürülürdü. Kurban Bayramının birinci günü kurban ile ilgili iş güç olduğu için eş dost ziyaretleri genellikle ikinci gün yapılırdı. Ama aile büyüklerine ve yas evlerine mutlaka birinci gün gidilirdi.
ESKİ BAYRAMLARI ÖZLÜYORUZ
Hafızamda kalan eski Ramazan ve Kurban Bayramını, o günlerdeki bayram sevinci ve coşkusunu, çocukluğumda Sivas’ta yaşadığım bayram anılarımı, o zamanki sıcak aile bağlarını, ramazanın özelliğini ve güzelliğini, sizlerle paylaşmaya çalıştım. O yıllarda uygulanan bazı önemli gelenek ve göreneklerimizi genç kuşaklara anlatarak bu güzel değerlerimize sahip çıkılmasını istedim. Ben bu güzel geleneklerimizi doyasıya yaşadım, halen de ailemde canım sağ oldukça yaşatıyorum ve yaşatacağım. Bu geleneklerimizin birçoğunun devam ettiğini ama bir kısmının da unutulduğunu üzülerek görüyorum. Bizler bu güzel geleneklerimizi yaşatıp, çocuklarımıza öğreterek onlara iyi örnek olursak, onlarda kendi kuşaklarında sürdürürler. Şu anda bazı aileler çalışmanın ve yorgun olmanın, ekonomik koşulların bahanesiyle bayramlarda evde oturup televizyon izlemeyi ya da kapılarını kapatıp il dışına çıkmayı tercih edip maalesef misafirden kaçıyorlar. Hatta bayram ziyareti şurda dursun bir telefon açmayı bile esirgeyenler var
Eski yıllarda Sivas’ta İstasyon caddesinde Cıbıllar Parkının (Selçuk Çay Bahçesi) önünde tezgahlarda bayram kartpostalları satılırdı. Herkes göndereceği kişiye göre oradan kartpostalını ve zarfını zevkine göre alır, bayram tebriği gönderirdi, Çok da güzel ve heyecan dolu olurdu. Ben halen yıllar önce bana gelen tebrik kartlarımı saklarım. Şimdi ise bayramlar cep telefonlarındaki mesajlarla kutlanıyor. Sonuç olarak güya modernleşmek ve yenilik adına diye yapılan davranışlar insan iletişimindeki sıcaklığa gölge düşürdü bence. O eski doğal ve gerçek samimi insan iletişimi bitti üzgünüm. Hal böyle olunca da ne yazık ki geleneklerimiz unutuluyor tabii. Bayramlarda aile büyükleri nerede olursa olsunlar mümkün olduğu kadar koşullar uygun olduğu sürece onları yalnız bırakmayıp yanlarına mutlaka gitmek gerekir. Zaten onlarda kendilerinden küçüklerin ve evlatlarının gelmesini dört gözle bekliyor olacaklardır.
İşte, Sivas’ta çocukluğumuzda yaşanan bayramlardaki bu güzel ve anlamlı geleneklerimizin, eş dost, arkadaş, akraba, komşuluk ilişkilerinin, iyi ve kötü günlerdeki paylaşımların azaldığını hatta neredeyse yok olduğunu gördüğümüz zaman da o anlamlı ve güzel, birlik beraberlik ve dayanışma dolu o güzel mutlu günleri yaşayan bizler haklı olarak “Hey gidi günler heey” diyoruz.
SABİHA SERİN
Şair Araştırmacı Yazar