Silivri Bir Şehir Monografisi (I)
3 ciltlik bu çalışmada epeyi belge var. Osmanlı ve Cumhuriyet dönemlerinde Silivri ciltlerinde belgenin orijinali ile Türkçe açıklaması yan yana verilmiş. Ancak bölgenin tarihi ve özellikle yakın geçmişi dikkate alındığında, çok sayıda belgenin, anının, fotoğrafın daha olabileceğini, bunların derlenmesiyle daha kapsamlı bir şehir, hatta bölge monografisinin olabileceğini sanıyorum.
93 Harbi denilen 1877-78 yılı Osmanlı Rus savaşı hem doğuda hem de Trakya’da cereyan etti. Yeşilköy’e (Aya Stefanos) kadar gelen Ruslar, buradan trenle İstanbul’a gezmeye giderlermiş.
1912-13 Balkan Savaşları; Bulgarların Çatalca’ya kadar gelmeleri ve Osmanlı savunma hatlarının Hadımköy’de kurulması. Ve bu hatları kuran, sonrasında Harbiye Nazırı olan Nazım Paşa’nın 1913 yılı Ocak ayında Bab-ı Ali’de, başlarında Enver ve Yakup Cemil’in bulunduğu İttihatçı darbeyle öldürülmesi. Sonrasında Enver’in Edirne’nin geri alınmasındaki uyduruk kahramanlık hikâyesi…
Birinci Dünya Savaşı ve savaş süresince bölgenin ana güzergâh oluşu…
1920’lerde Yunan işgali…
Ölümlerin, göçlerin, sürgünlerin yoğun yaşandığı bir bölge…
1924 yılı Mübadele…
Yunanistan’ın, Bulgaristan’ın, hatta Romanya’nın çeşitli bölgelerinden gelen çok sayıda muhacirin Silivri ve çevresine yerleştirilmesi…
Bu yörelerden gelen muhacirlerin yemek, giyim-kuşam, eğlence, yas, folklor vb kültürlerinin incelenmesi…
Silivri’nin yazarları, sanatçıları, önemli siyasetçileri, müzisyenleri yok mu?
Bütün bunların sonucu olarak spektrumu böylesine geniş bir bölgenin ve özelde de Silivri’nin şehir monografisi çok daha zenginleştirilebilir.
Yine de bu kadarı yapılmış ya…
Bu bile şimdilik yeterli.
Darısı çevre ilçelere…
Şimdi size çok önemli gördüğüm birkaç belgeden söz edeceğim.
Erken cumhuriyet döneminin iktisadi durumuna ve bürokratik işleyişine dair bize çok önemli bir fikir veren şöyle bir bilgi var.
1937 yılında Silivri’nin Kurfallı köyünden iki kişi motorlu değirmen çalıştırmak için izin istiyorlar.
Değirmene izni kim veriyor dersiniz?
İlde bulunan ticaret veya sanayi müdürlükleri mi, kaymakamlık mı, valilik mi, kim?
Hiçbiri!
Bir köyde motorlu değirmen kurup çalıştırmanın iznini bakanlar kurulu veriyor. Müracaat Ankara’ya dek gidiyor, bakanlar kurulu ruhsatı imzalıyor ve ayrıca o belgede bir de Cumhurreisi olarak Kemal Atatürk’ün imzası var.
Ankara, vatandaşı kontrol edeceğim anlayışıyla ne işlerle uğraşıyor, görüyor musunuz?
Bir motorlu değirmenin ruhsatını dahi kendi iznine bağlayan böyle bir merkeziyetçi yapıdan fikri ve kültürel bir zenginlik doğabilir mi?
Doğmaz!
Doğmadığı için de, demokrasinin ne hukuku ne de kültürü gelişemedi.
Bürokrasideki bu merkeziyetçilikten tümüyle de kurtulamadık.
Çalışmanın 3. cildinde Yunan işgali, memur atamaları, nüfus ve iskân konularında ilgi çekici belgeler var.
Şöyle bir soru sorulabilir mi?
Bütün bu anlatılanlar bağlamında hazırlanan bir şehir monografisi kimin işine yarar?
Belediye buna parasını ve enerjisini harcayacağına parkı, bahçeyi, yolu, kanalı vs yapsın.
Böyle düşünen birisi, kentli olamamış demektir.
Bir kentin ruhunu hissetmeyen, kentini insanla birlikte anlamaya çalışmak yerine onu yalnızca bina, yol vs olarak gören birinden ne hayır gelir ki?
İşte kent ve kentlilik kültürü böyle bir şey.
Ne yazık ki bizler bunlardan hala uzağız!
Uzak olmasak, müteahhidiyle, mimarıyla, sermayedarıyla, belediyecisiyle, bürokrasisiyle İstanbul gibi dünya güzeli bir kentin içine s.çar mıydık?
Alın size ekstrem bir soru: Bu kent Yunanlıların, İngilizlerin, İtalyanların, Rusların elinde olsaydı böyle mi olurdu?
Bir şehir monografisinden nerelere geldik.
Devam edeceğim.