Silivri’de Birbirine Benzeyen İki Dil ve İki Açıklama
Faşizmin azdığı dönemlerde milliyetçi kavramlar en yukarılarda olurlar.
Söz, akıl ve düşünce susar…
Farklı sesler susturulur, susmak zorunda kalınır.
Hamaset konuşur.
Öncesinde de vardı ancak son otuz yılda yaşanan savaştan ve terörden dolayı her yerde İstiklal Marşı söylenir oldu.
12 Eylül faşizminin zihinlerimizi iğdiş etmesinin en önemli göstergesidir bu.
Halbuki bir yasası bile vardır, İstiklal Marşı’nın söylenmesiyle ilgili…
Bürokratik cumhuriyetimizin fani olmayan, ölümsüzleri her şeyi akıl etmişler.
Nerede, ne zaman İstiklal Marşı söylenir, ne zaman bayrak asılır, yarıya indirilir?
İstiklal Marşı’nı, bayrağı öyle her yerde olur olmaz kullanamazsınız. Neye göre yasaya göre…
Bayram yasasına uymadığınız gerekçesiyle yargılanırsınız bile.
Bununla ilgili bir hatırlatma yapayım. 29 Ekim’de bölgemizde haftalık bir gazete ekinde bayrak dağıttı. Hem de bayrağın üzerine kendi logosunu basarak. Yasaya göre suçtur halbuki…
*****
Faşizmin en azgın olduğu dönemlerde milliyetçilik prim yapınca, en kolayı simgeler üzerinden konuşulur; sokakta, işyerinde, evde… Akan sular durur…
Olur olmaz her yerde İstiklal Marşı okunmak zorundadır.
Okumadın mı? Hapı yuttun… Sakın, yasa filan demeye sakın kalkma… Vatan düşmanısın…
Pazarcılar derneğinin kongresinden tutunda her yerde, kafanız mı bozuldu sokağın ortasında üç beş arkadaşınla dur İstiklal Marşı oku.
Gecekondu yap, önüne Atatürk büstü koy. Yıkamasınlar…
Gecekondunun yıkmaya mı geldiler, İstiklal Marşı oku, bayrak aç yıkamasınlar…
Meclis toplantısının İstiklal Marşı’yla açılması yad a bir panelin istiklal marşıyla açılması… Absürttür ama sakına bunu söyleme… Yoksa vatan haini olursun.
Bir adam çıkar suç duyurusunda bulunur… ‘İstiklal marşı okumadı, okutmadı, engelledi’ diye jurnal yapar…
*****
Siyaset yapmanın en kolay yolu hassasiyetlerimizin üzerinden yapmaktır. Akla gerek yoktur… Düşünmeye de…
Halbuki bu kavramlar ve simgeler üzerinden siyaset yapmak, faşizmin azgın sularında dolaşmaktır. Yarın kimin karşısına çıkacağı da hiç belli olmaz.
Aynı Silivri’de yaşanan “istiklal marşı okunmadı, suç duyurusunda bulunuyorum” gibi bir şey olur.
Halbuki dün suç duyurusunda bulunulanların üzerine milliyetçi kavramlar üzerinden gidilirken, (halende öyle) kendisini çok sevdiğim Metin Karakaş’ın onlar gibi aynı kavramlar üzerinden suç duyurusunda bulunma iddiası ve basın toplantısı yapmasını ise demokrat kimliğine yakıştıramadığımı ifade etmek isterim.
*****
Demokrat olmak zordur.
Demokrat olmak öyle ‘ben demokratım’ diyerek olacak bir şeyde değildir.
Demokratlığımız kullandığımız dil yetmez o dile uygun davranışlarımızla ilgilidir.
Velev ki, o dil sokakta prim yapsa bile, demokratlık onun üzerinden beslenmemekle ilgilidir.
Zihniyetlerimiz ve dilimiz faşizmin kavramlarının esiri olursa, birgün aynı dil sizi vurur.
Ve anlamı kalmaz, ‘darbecileri yargılıyoruz’ söylemlerinin…
Silivri gerçekten
toplama kampı mı?
CHP Genel Başkanı Silivri’de yaptığı açıklamada, “Silivri’nin toplama kampı” olduğunu söylemiş.
İşte bu dilden de demokratlık çıkmaz.
Bu dil darbeleri ve darbecileri meşrulaştıran bir zihniyetin dili.
Uzayan davaları, uzayan tutukluluk sürelerini eleştirmek başka bir şey. Ki bu herkes için ayrımsız geçerli olmalı.
PKK davalarından tutun, Hizbullah davalarına kadar ayrımsız bunu savunmak zorundasınız. Onları görmeyip sadece kendinize yakın bulduklarınız için uzayan tutukluluk sürelerini eleştirirseniz, eksik kalır ve samimi olmazsınız.
AK Parti iktidarına muhalefet yapanların içeride olduğunu söylemenin, büyük bir haksızlık olduğununun altını çizmek gerekiyor.
AK Parti iktidarını, muktedir olduğu halde, demokratik adımları yeterince atmadığı, aksattığı, geciktirdiği için eleştirmek ayrı bir şeydir; sivil iktidarlara karşı darbe tezgahlamış, öyle ya da böyle darbe işbirlikçiliği içinde bulunmuş olanları savunmak ayrı bir şeydir.
Kılıçdaroğlu’nun “Toplama kampı” diye nitelediği yerde yatanların kimliklerine iyi bakmak gerekiyor.
Darbe girişimcileri, darbe planlayıcıları, işbirlikçileri, yargısız infaz girişimlerinin emir verenleri, Danıştay baskınını yapanlar, Cumhuriyet Gazetesi’ni bombalayanlar, rahmetli İlhan Selçuk’u öldürmeyi planlayanlar, oligarşinin kimi akıl hocaları içeride yatıyor.
Ve orası toplama kampı, öyle mi?
Mağduriyet üzerinden söylem geliştirmekle, darbecileri savunmanın meşruiyetini oluşturmak başka bir şeydir.
Son söz: Ha Silivri’de belediye başkanı İstiklal Marşı’nı okutmadı diye, suç duyurusunda bulunmak…
Ha Silivri’de darbe girişimcilerinin, planlayıcılarının ve işbirlikçilerinin bulunduğu cezaevini, mahkeme salonunu “toplama kampı” diye nitelendirmek…
Ne fark ediyor?