Şeytandan ve Aydınlardan Allah’a Sığınırım
Fedakarlık; ister, paraya, şöhrete ve şehvete boyun eğmeyecek yüreklilik ister. Şahsiyet ister.
Başımıza ne gelmişse bu aydın denilen mahluk türünden gelmiştir. Bilgiyle kurduğu hastalıklı ilişki ile ön plana çıkan bu tür, bilgiye bir nesne gibi yaklaşır. Bilgiye yaklaşımı kalpten kopmuş aklın tahrikiyledir.
Bilgiyi malumat düzeyinde kafasına doldurmakla işi biten, sonra da bu malumat odunlarını sağda solda pazarlayıp caka satmakla geçinen sözkonusu familya, bugün de hal-i pür melalin birinci dereceden faillerinden biridir.
Zira, Batı aydınlanmasının zehirli bir meyvesi olan aydın, kendine Varlığın ve Varoluşun üstünde bir özne rolü biçerek bilgiyi tekeline almıştır. Varlıkla bütünleşerek ulvileşmek, hayatın özüne doğru bir yolculuk yapmak yerine, bilgiyi akademik disiplinlerin de yardımıyla yontup, kesip biçip, ölçülür ve hesaplanır hale getirmekle ‘ehlileştirmiş’tir. İnsanın kalbinde yeşeren ‘yaban tefekkür’den onun nasibi yoktur. O, toplumu manipüle etmek, politika yardakçılığı yapmak, toplum mühendisliğinde bulunarak kitleleri şekillendirmek üzere peydahlanmış bir aygıttır.
Aydın denilen tür, Söz’e ihanet etmiştir. Söz’ün beyaz sayfasını kirleterek kendine de ihanet etmiştir. Çünkü, Söz karşısında adam gibi adam, kadın gibi kadın görmek ister. Fedakarlık; ister, paraya, şöhrete ve şehvete boyun eğmeyecek yüreklilik ister. Şahsiyet ister. Aydınsa bir şeyi merak eder ve o konuda aydınlanmak, yani ansiklopedik malumat (veri, data, malumat, bilgi, el-ilm, irfan gibi kavramlar birbirinden önemli noktalarda ayrılır, dikkat etmek lazımdır) edinmek ister. Söz konusu konuda aydınlanınca bütün işi biter. Şimdi sıra bu malumatı dönüştürmeye, pazara sunmaya gelmiştir. Fakat ‘alim’ ya da ‘arif’ öyle midir ya? İlmiyle amil alim’in ve kalbinde tefekkür eden arif’inse işi bir malumata ulaştığı anda başlar. Aydının işi malumata erişince sona erer, ama arifin/alimin işi malumata ulaşınca başlar. Önce o malumatı bilgiye dönüştürmek, sonra bu bilgiyi hayatına tatbik etmek, en nihayetinde de bu bilginin sahibini tanımaya çalışarak yanmak, yürüyen, konuşan bir nura dönüşmek. Aydın sadece bilmek ister, alim/arif o bilgiyle yanmak, zücacenin içindeki misbah olmak ister. Bize lazım olan ne idüğü belirsiz ağzı kalabalık, kafası karışık ama kalbi boş aydınlar değil, yaban düşüncenin izinde zihnini ve kalbini tevhid eyleyip Söz’ün hizmetkarı olan alim ve ariflerdir.
İşbu tavsif üzere bulunan aydın, yakın tarihimizde Devlet-i aliyenin bütün imkanlarıyla, padişahın fermanıyla Avrupa’ya ilim, irfan, hüner öğrensin de memleket evladına faydası dokunsun diye gönderilen bu güruh, oradan zihinsel cinsiyetini değiştirmiş olarak dönmüştür. Sonra ekmek yediği sofraya bıçak çalmak için var gücüyle çalışmıştır. Bağrından çıktığı halkına bir snop edasıyla küçümseyen gözlerle bakmayı seçmiştir.
Tıpkı bir zenci fıkrasında olduğu gibi. Hani fıkra malum: İki zenci beyaz olmaya karar verir. Beyazlama merkezinin önüne geldiklerinde ücretin 100 dolar olduğunu okurlar. Fakat birinde 99, diğerinde 101 dolar vardır. 101 doları olan ‘Önce ben beyazlayayım, çıkınca sana eksik olan 1 doları veririm, sen de beyazlarsın’ demiş, anlaşmışlar. Yaklaşık bir saat sonra beyazlama merkezinin kapısından ağzı kulaklarında, epeyce beyazlamış olarak çıkan arkadaşına diğer zenci 1 doları hatırlatmış. Aldığı cevaba inanamamış: ‘Çekil karşımdan pis zenci!’
Sağa sola konferans için çağrıldığımda kimileyin bu fakiri ‘Bu toprakların yetiştirdiği genç aydınlarımızdan’ filan diye takdim ettiklerinde kan beynime sıçrıyor, gözüm kararıyor ve bazen ağzıma ne gelirse söylüyorum. Nasıl söylemeyeyim, bu toprakperest takdime mi kızayım, adamın beni çalı fasulyesi, maydanoz ve enginarla aynı kategoriye koymasına mı bozulayım, aydın maydın diyerek bana adeta ‘zihinsel sapkın’ demesine mi fıttırayım, varın siz hesap edin…