Şevval Sam’ la İstanbul Musikisi
Denizkızı Eftalya’ dan … Seyyan Hanım’ dan… Muganniye Fikriye Hanım’dan renkler taşıyan duru bir ses, gönlünden geldiği gibi şarkılar okuyordu.Bir taş plak mıydı çalan sessiz ve karanlık gecede? Yoksa beyaz dantelli perdesi rüzgârla uçuşan, aşı boyalı cumbalı ahşap bir konaktan mı geliyordu sesler?
Hastayım yalnızım, seni yanımda
Sanıp da bahtiyar ölmek isterim
Mahmur-u hülyayım cam-ı lebinden
Kanıp da bahtiyar ölmek isterim
Bir olmaz emelin düştüm peşine
Vuruldum hüsnünün şen güneşine
Güzel gözlerinin aşk ateşine
Yanıp da bahtiyar ölmek isterim
Perşembe akşamı İş Sanat’ ta Şevval Sam’ dan İstanbul Musikisi dinledik kemençede Binnaz Çelik, kanunda Güray Çelik ve viyolonselde Emrullah Şengüller refakatinde.
50 sene öncesinin el değmemiş İstanbul’unun musikisiydi bu. Baki Süha’ nın çok güzel anlattığı İstanbul Musikisi:
‘’Kırk yıla yakın bir zamandan beri İstanbul’un havasında bir Selâhattin Pınar musikisi dolaşır. Bu musikî, güzel ve hayâl dolu İstanbul’un konser salonlarından, içkili gazinolarından dar ve arka sokaklarına, fakir mahallelerin ev içlerine kadar tesirli ve yaygındır. Onun şarkılarını bir bahar sabahı pencerenizi açtığınız zaman sokakta kılârinet, keman ve hançereden mürekkep ve yaşları onbeşi geçmeyen bir Çingene triosundan dinleyebileceğiniz gibi, Maçka’ da veya Şişli’ de muhteşem bir apartmanın alaturka piyano çalmaya meraklı hanımefendisinden de işitebilirsiniz.’’
Güzel yüzlü güzel kız şarkılarını okurken bir başka güzel İncila Bertuğ ile de o eski İstanbul’ u, İstanbul’ un sokaklarını gezdik.
Bimen Şen Üç Horon Kilisesine yeni geldiği günlerde sevdiği kıza hâlâ yanmakta idi sanki:
Bilirim daha sen pek küçüceksin
Gönlüm seni sevdi ah, ne diyeceksin?
Selahattin Pınar’ ı elinde tanburu Todori’ ye doğru koştururken gördük Kalamış’ ta ‘Bir bahar akşamı sevinçli bir telaş içinde.’
Yessari Asım tüm sevenlere tercüman oldu uduyla her zamanki gibi ‘Ömrüm seni sevmekle nihayet bulacaktır’ diyerek.
Sadettin Kaynak yol verin geçeyim diye dumanlı dağlara seslendi hicazdan:
Yâd eller aldı beni, taşlara çaldı beni
Yardan ayırdı felek, gurbete saldı beni
Yol verin geçeyim dumanlı dağlar
Dağların ardında nazlı yar ağlar
İstanbul Beyefendisi Osman Nihat, tüm şıklığı ile nihavent nağmelerle güzel gözlerin peşine takılmıştı bermutad. Belli ki gene derin sevdalara atılmıştı.
Neveser Hanım ise bir bahar sabahı piyanosunun başında aşkın şarkısını okuyordu penceresine konan bülbüllerle beraber:
Gül dalında öten bülbülün olsam
Ötsem yanık yanık kalbine dolsam
Aşkını dilesem kalbimi sunsam
Ne olur uğruna sararıp solsam
İstanbul Musikisi elbette ‘bir tatlı huzur almadan’ olmazdı. Münir Nurettin’in elini kulağına atarak İstinye’ den okuduğu gazel Kandilli’ yi çınlatıyordu gecenin sessizliğinde:
Fethettiniz ay parlayarak, sen gülerekten
Gündüz koya sen gel, gece kalsın aya növbet
Ses çıkmıyor artık ne yürekten, ne kürekten
Emret güzelim, istediğin şarkıyı emret.
Güzel gözlüm, güzel yüzlüm, Münir Nurettin misin be mübarek?