Seveceksen Sen Sev “Ya Muhammed (sav)”
Düşlerimizi al yak, bize ait olanları da. Sen sev peygamberim, seveceksen sen sev. Ağlayarak adım adım, hıçkırarak iz bırakıp, yaralanan şu gönüllerin seheri ol can Serverim.
"Poyrazı ol sonbaharın,
Lodos vari bedenimin
Mekke koksun her bir yanım
Canıma can ol peygamberim… Servetimiz ol, yüreğimizi al senin olsun. Gül kokun gelir asırlar öncesinden, o kokuyu almamak mümkün değil. Gülleri sezişini ve güllere bakışını görmemek, mümkün değil peygamberim. Sen canımıza kattığımız anlamın şeref noktasındaki titreyişsin. Her döndüğümüzde bizden olan, her ağladığımızda dualarına bizi de alan sensin can Ahmed’im. Senin sözlerinin geçtiği yerde, şeri sözün hükmü geçmez biliriz. Dilimizdeki sözümüz ol, canımızdaki gözümüz ol, viran olan halimizin bin seferlik közü ol.
Kabe’nin etrafındaki ayak izlerini göremedik, seninle ne Nun olabildik çöllerde, ne Ebubekir gibi can dostun, ne Ali gibi düşünmeden canımızı seremedik yoluna, ne Ömer gibi adaletin saltanatının tacı olabildik, ne de asrı saadetin sahabesinin tek tırnağı. İslam kokan o çöllerde, susuz ve kimsesizliğe razıyız senin izlerinde, adımlarını değdiği, sesinin gittiği her yerde olmaya hazırız demeye bile gücümüz yok peygamberim.
Bedir’i okuduk ama görmedik, Uhud’da hiç olamadık, Hendek’te açtığın bir çukura sığınıp ta bilemedik sana varmayı. Ölüm fermanı yoktur, şahadet şerbeti içenlerin. Bedenimize sen tak, “İslam kelepçesini” özgürlüğümüzü ver bize Gül Serverim.
Mekke ‘yi özleyişlerim
Vuslatsı ayrılıklar çalınca
Ellerimiz, günlerimiz
Tutmayan şu dizlerim
Tütmeyen sensiz düşüncelerim
Yaş biriken gözlerim… Bedenimiz gibi, ruhumuzu arar oldu yüreğimiz. Yüzümüz tutmuyor, sana anlatmaya çaresizliğimizi. Sensizliğimizi yaşadığımız zamanın dehlizlerine salıverdik, affeder misin bizleri? Dinler misin Hansa gibi, Hamza gibi, Hureyre gibi? Hani kapında Talha İbn Ubeydullah nöbet beklerdi ya korkusuzca. Ölümün üzerine atlayarak. İlim sererdin ya Medine’nin topraktan sokaklarına; Ya Muhammed (s.a.v) sana söyleyemiyoruz, biz yapamadık-olamadık onlar gibi, emanetini beklemeyi beceremedik. Sözlerini yarım yamalak söyleyerek kavgalara sebep olduk.
Medine’nin direnen kollarına
Hatice’nle nurlanan yollarına
Karanlığı aydınlığa çeviren sırlarınla
Can verdin sen peygamberim… Medine’ye varışınla Ensar’ın vefalı kalbini fethettiğin zamanları dinliyoruz. Aklımız karışıyor, fikrimize ince bir ağıt düşüyor. Onlar gibi olamadığımız için, sana nasıl geleceğimizi bilemediğimiz için. Bilal’in makam bilmez sesiyle çölleri çınlattığı o anları, şimdilerde mikrofonla nağmelenen gürültüler aldı. “Ellerimde bir sızı var sana yazarken kimler okuyacak bilmiyorum ama o gözlerdeki birikecek her yaşta bende olacağım Ya Muhammed(s.a.v)”
“Semud kadar günahkârım
Ad kadar nankör
İbrahim’ce tutuşan ateşin ortasında
Yakup gibi hasret-le-ne-bilmek
Habeşistan çöllerinde mim içinde he gibi serinlemek… Mim çöle değil çöller mim’ e saklansa kalemim ol her cümlemde peygamberim. Bende ki bu sevda zeyd kadar ulvi olsa ne yapardım içime sığdıramaz yana yakıla dönerdim sokaklarda. Kutupları eritirdi sıcaklığım. Güllerin en güzeli, sümbüllerin asırlardan öncesinden bize gelen mis kokusu, soracaksan sen sor hesabımı utansam da, kıvransam da sen vur tokadını. Zamanın devşirdiği susuz ve imana hasret kalmış bedenime sen yağ sağanak sağanak vicdana geleyim, İslam’a dönelim ve özüm sözü kuranla ölelim diye, sen canımıza can ol peygamberim.
Mühürlenen gönüllere kilitlendik
Kalbimize mühür sendin
Sevgi denen doğru sözün
Kuran okur iki gözün
Bize dua eden özün
Canısın sen peygamberim… Ya Muhammed (s.a.v), sana söyleyecek çok ama şey sözümüz var ama, dilimiz varmıyor söylemeye. Biz seni dinlemedik, yoluna giremedik. Sen dinler misin bizi bilmiyorum? Mahşerde Arasat’ta yanında olmak için canımız feda yoluna. Önderimizde liderimizde imamımızda sen ol Ya Muhammed (s.a.v)
SEVECEKSEN SEN SEV YA MUHAMMED(S.A.V)…