Sessizlik Cevapmış Meğer…
Meğer ne güzel şeymiş sessizlik… Durulmak, kendi içine gömmek hüzünlerini, suallerini, kırgınlıklarını…
“Söz gümüş ise; sükut altındır” diye boş söylememiş atalarımız. Aslında en güzel cevapmış sessizlik. Öfkenin yuttuğu doğruları, bastırdığı iç sesini, kendini tarif eden bütün incelikleri barındırıyormuş meğer sessizlik…
Oysaki sessiz kalmayı, sessizliği beceremeyen yaradılıştaki kişiler pek bilemezler… Hayatında her şeyi kendisini ifade ederek kazanmaya çalışan, işler rayında gitmeyince muhalefet olup olaylara başkaldıranların düşmanıdır sessizlik… Sesliler, hazmedemezler sessizliğe yenilmeyi… Kafa tutmaya alışmışlardır, tırnaklarını-kalkanlarını çıkarırlar olası bir durumda hemen…
Halbuki bir sessizlik neler anlatabilirmiş… Sessizlik, karşı tarafa karşı kullanılan en güçlü silahmış… Ve kendini savunma derdinden kurtulmak, karşındakine topu atıp geri çekilmek… Sineye çekilmek… Pusuda beklemek… O sırada kendine, karşındakinin hareketine göre yeni bir strateji belirlemek…
Ben sessiz insanlara içten içe hep hayran kalmışımdır… En zekiler sessizlerden çıkar genelde… Ve sinsiler, kafası hinliğe çalışanlar… “Sessiz atın çiftesi pek olur”… Anlayacağınız ummadığınız taş misali, başınız yarılmıştır da hala haberiniz yoktur… Sessiz insan merak da uyandırır… O kişiyi keşfetme isteği oluşur içinizde, daha cazip gelir kendisini sergileyenlere göre… Hep o gizemli sessizliğin peşinden sürüklenirsiniz… Bulmaca çözmeyi sevenlere birebirdir sessiz mizaçlılar…
Sessiz kişiler daha iyi sırdaş olurlar… Bol ve boş konuşmadıklarından dolayı açık vermezler, pot kırmazlar, dökmezler eteklerindeki çakıl taşlarını… Zor işlerin adamı olurlar… Gizli kahraman, lider, düşünce adamı hatta iyi bir ajan olabilirler… Geri saflardaki “derin denizler” dir. Daldıkça boğulursunuz içlerinde… O kadar derinlerdir ki; ulaşamazsınız bir türlü dibe… Ruh yapıları karman çormandır, çıkmaz sokaklarla doludur labirent misali... Ama gel gelelim yine de onları çekici kılan; bu gizemli, sessiz yapılarıdır…
Bazen çok sıkıcı olurlar… Onlar konuşmadıkça, konuşkansanız çeneniz daha da düşer sanki inadına… Aslında kendinize sessiz bir dinleyici kitlesi yaratmışsınızdır. Yanlışlarınızı bile sessizlikleriyle onaylayan, sizi destekleyen kişiler olarak yorumlarsınız suskunluklarını… Konu mankeni gibi karşınıza oturtur, hayata karşı olan küskünlüklerinizi kusarsınız üstlerine… Bütün kozları onların ellerine verirsiniz farkında olmaksızın, oysa siz hala bilemezsiniz o gizemli sularda kim bilir nasıl biri yüzüyordur? Samimi dost mudur, yoksa ketum bir yabancı mı?
Ah bu atalarımız ne çok şey söylemişler… “Az konuş, çok dinle” demişler… Sessiz kişiler hep çevrelerinden bir şeyler kapmaya çalışırlar… Bol bol dinleyip sünger gibi doğru ve yanlışları çekip ayrıştırırlar kendi iç dünyalarında… Konuşmakla harcayacakları lüzumsuz zamanı, düşünmeye ve analiz etmeye ayırırlar. Böylece geveze birine nazaran, daha az yanlış yaparlar… Yanlışa düştüklerinde ise; daha kolay sorunlara çözüm yaratırlar…
Ne güzelmiş meğer sessiz olmayı başarabilmek. Hırlamamak, dişlerini çıkartmamak hatta konuşmamak… Bazen bir bakış dahi tüm gürleyen seslerden daha ikna edici olabiliyorken, her mevzuda sesimize sarılmak ne derece doğru?
Bırakın kükremeyi, gürlemeyi! Kendi iç sesinizle biraz baş başa kalın ve sükuneti deneyin bir kez olsun…
İşte o zaman sessizliğin de hazzını keşfedeceksiniz! Sessizlerin gerçek kişiliklerini de farkedeceksiniz (göremediğiniz)...! Ve anlayacaksınız yanlış sularda yüzdüğünüzü belki de..?!
Not: "Yeni Yılın, yalnız kalplere yüreği ve sesi gür aşklar getirmesi dileğiyle"
Mutlu Seneler
Sevgili Beril Hanım;
Sessizlik derin bir kuyu içine taş atsan yukarıya sesi ulaşana kadar başından çekip gidersin. Bazen kuyular yankı yapar, aynı seyleri dinlemek de karşı tarafı sıkar. Bir insanın fazla sessiz kalması bence kendine güvensizliğin işareti çünkü kişi her an yanlış yapmaktan tedirgin yaşamaktadır. Yine de mola iyidir, içimize dönüp ruhumuzu arındırmadan zarar gelmez.
Ocak 6th, 2010 at 17:07