Sessiz Bir Hırçınlık Var (dı) Üzerimde!
Bir umutsuz elem kaplamış, karanlık şehrin caddelere saplanan yüreğini. Bulut bulut olmuş, dağlanmış beton-arme vicdanlarda. Tükenmek üzere, tükenmeyi tüketmeden!
Islak kaldırımları kurutan ve yakıp-yıkan bir sıcak, karşılamakta bedeni ahvali ayaz mı ayaz…
“Ey amansız kudret
Ellerime sar dualarından kalan
Rahmet damlalarını
Melekler duysun sesimdeki titreyen heceleri
Sensiz bırakmadan sersinler önüme
Gözlerimde biriken ağlayan cümleciklerimi.” A. GÜL
Sokak aralarında saklanan, birkaç tembel ayak seslenmekte. Duyarsız eşkıya beyinler, özgürlük hasretiyle buram buram yanmakta.
Küflenen üç-beş edepsiz beden, çarpışıyor silahsız. Tarumar üzere varmış bilmem hangi diyarlara.
Gözlerini kapamaktansa, ağlamak ne demek, kaçak sevdalar sofrasına.
Muadil olmak muhalsizliklerde. Düşünmek yalanlamakta doğru sanılan vurgunları.
Pençelenmiş eller, sürünüyor sürünmelerde. Tek ses çığlık olmuş kayboluşlarda. Şeb-i nisar şafaktan geçip gelecek. Gelmeler karanlığa gidecek, ardına bakamadan daimi seferleri sefer edecekte edecek.
Zincirlenmiş bir haykırış taa ötelerde bir caminin minaresine sığınmış beklemekte sessizce. Zulme inat zulüm içinde Bilal’ı ezan sesleri bu sessizliği bitiren.
Seccadelere yalan yere dualar sinmiş el koymuş alınlara gerçeklerden uzak. Aydınlık çığlıkları içinde karanlığa çağıran bir davet var dudaklarda çirkefleşen. Zıtlaşmaların sancısı çarpışıyor, sarmaş dolaş.
“Kanatlarımda kırık hüznün şarkısı
Çırpındıkça tebessüm eden
Gözyaşlarını kahkahalarının
Ara satırlarına saklayan.
İncinmişliğinin kalıntılarında
Göçebe düşlere doğru uçamaya çabalayan…” A. GÜL
Direnmek nafile direnişlerin ardı sıra. Bir çift göz damla damla yaşlanan yaş olan. Yıllara meydan okuyan kırış kırış bir yüz.
Ebediyet zindanlarında, ezelini bekleyiş. Önü sıra cehennem, ateşiyle yanarken ardında bir avuç cennet tebessüm etmekte.
Teemmülü zihniyetin, gün aşırı duygularında hayatın ucundan tutup kovalamak istercesine, sürgün olmak hüzünlü memleketlere, konuk dahi edemedi bizleri. Tasaların, masalarımıza sunulduğu gümüş tabakları ret edebildik mi?
“Güz sarısında bozaran yüzündeki
Masum bir ezginin ilk notaları var
Güneşin yorgunluğuna yaslanan sözlerinde
Bitmeyen hasretinin izleri var…” A. GÜL
İçtiğimiz bir bardaklık suyun, abdest alırken inleyen bedeninde, sızlayan yaralar var, merhem sürülmeyi bekleyen.
İniltiler sızlanıyor ayakuçlarından kan kan fışkırmak üzere. Dolup taşıyor, bastığı her adımı akıl almaz bir ağrı. Ağrıyan her yerinde bin türlü vicdan yarası. Bölük pörçük asabiyet biriktirmiş ellerinde.
Kılıç olmuş saçlar, hüzünleri kırmak niyetine. Kırılası dökülesi yıpranmışlığıyla kırış kırış yansımış çehresine.
Nasihatlerin faydasız kaldığı, dudak arası ikilemlerin yaşandığı söz ortası cümlelerin sözü kesilmeli bir çizgide. Dairesel ifadelerle kafa karıştırmak kimsenin haddine değil artık. İçeriği olmayan konuların içselleştirilmiş anlamsızlığında, yaşayarak ölmek küstahlık ve acımasızlıktır ruhani aklımızın beşinci boyutunda.
Bir kez daha sürgüne gönderilmiş, şekilsiz ve şemailsiz seslerin, kulak tırmalayan kitap aralarına sıkışmış duygularında, sona doğru gelişlerin soluksuzluğunda, hırçınlıkları yok sayarak, yürüyorum yanılgıların yönlendirdiği yol çizgilerinde…
"Masum bir ezginin ilk notaları var
Güneşin yorgunluğuna yaslanan sözlerinde.."
Denemelerin de hoş.. şiirlerinde.. başarını kutluyorum.. nice başarılara diyorum..
İbrahim Hakkı Gündoğdu
Aralık 16th, 2010 at 13:14Hocam çok teşekkür ederim bu güzel cümleleriniz için. Sizinde bunda çok emeğiniz var bu söylemeden geçemeyeceğim.
"Bir ülkeyi fethetmek istiyorsanız dünyayı fethetmeyi düşünün, eğer dünyayı fetedecekseniz evreni fethetmeyi düşünün demiştiniz."
Saygıyla ellerinizden öpüyorum.
Aralık 16th, 2010 at 17:53aysun abla kaleminize ve yüreginize sağlık cidden çok hoşuma gitti dogrusu başarılarınızın ve yazılarınızın devamını bekliyoruz saygılarla...
Aralık 18th, 2010 at 00:12