Ses ve Ahengin Önemi Üzerine
Şeyh Galip
Edebiyatımızda ise, A. Haşim şiiri “musiki ile söz arasında, sözden ziyâde musikiye yakın, ortaklaşa bir dil” olarak düşünür. Y. Kemal, şiirin “veznin sustuğu yerde başladığını” söyler. O. Veli ise, “şiiri, şiir yapan edâdır”der. Bu “edâ”dan neyi kastettiğini poetikasında açıklamaya çalışmışsa da, edânın, ahenk mi, ritim mi, şairin hissedişiyle ruhundan şiire kattığı ses mi olduğu belli değildir. C. Sıtkı için şiir “bir an için olsun aklımızdan geçirdiğimiz hayâllerin nağmesidir.” Edebiyatımız içersinde, şiirin ne olduğundan teorisine, tanımından konusu ve biçimine kadar en geniş açıklamayı, poetikasında N. Fazıl, yapmıştır. Onca teşbih ve derinlemesine tahlilden sonra, N. Fazıl’ın söylediği şu söz dikkate şayandır: “Arı, bal yapar ama balını izah edemez.”
Kleber Haedens, “şiir tarif edilseydi, yüz türlü değil; bir türlü tarifi olurdu.” diyor. Hakikaten şiir hakkında yapılmış sayısız tanım, onu bu sözünde haklı çıkartıyor. Farabi, şiirde iki temel öğeden bahseder: “Sözcükler ve onların bir araya getirilişindeki esas.” Valery, “şiir, sesle anlamın birleşmesidir.” der. Platon, şiirin “büyülü bir söz” olduğunu düşünür. Batı kaynaklı olan tanımlar içersinde benim en çok beğendiğim tarif, Mallarme’ye aittir: “Şiir fikirlerle değil, kelimelerle yazılır.”Jean Cateau’nun, “şiir öyle bir dildir ki, başka bir dile çevrilemez” düşüncesi, bir anlamda Mallarme’yi destekler; çünkü her dilin kendi içinde bir musikisi ve sesi vardır, tercüme edilen şiirlerin aynı sesi ve ahengi, kelime ve ton olarak yakalaması söz konusu değildir.
3- Şiirde ilhamın yerini çok büyütmemek lazım. İlham, şiire başlangıç için önemlidir; bilinmelidir ki her şiir vezniyle ve sesiyle doğar. Şair gerekli bilgi ve donanıma teknik açıdan sahip değilse, şiirin başlangıç hali içersindeki veznini duymayabilir ve şiirde ortaya koyacağı sesi doğru olarak telakki edemezse, şiirin kendi içindeki musikisini bozabilir.
4- Baudlaire, “ilham, çalışmayla kardeştir” diyor. Bazı şairlerin şiirlerini ilhama tamamen teslim edip, o anda şiirlerini yazdıklarını ve sonra üzerinde hiçbir düzeltme yapmadıklarını ve bu özellikleriyle de övündüklerini gördükçe, hem o şairler hem de Türk şiiri adına üzülüyorum. Şiirde “demlenme” denen bir şey vardır ki, bundan bihaber olan şairlerin, arzulanan sese ve kemale ulaşamamış şiirlerini kitaplaştırmalarına şaşırıyorum. İlhamla gelen mısralar üzerinde oynamak sanki şiiri bozacakmış gibi bir yaklaşım içersine girmek, bunun şiirin doğasını bozacağını iddia etmek, gerçek şiirin ne olduğunu bilmeyişimizden ve cehaletimizden kaynaklanır. Bakınız bu konuda Y. Kemal ne diyor: “Ben evvelâ şiirin mevzuunu kalbimde muhafaza ederim. Sonra onu kelimelere dökerim. Bu kelime istifindeki,ritme,ahenge bakarım.Kelâm olunca şiir olur.Şiir söylemek lazımdır.Asıl şiir o zaman meydana gelir.Kelimelerin ianesi ile bazı mısralar yazılabilir. Fakat daha ileriye gidilmez.” Y. Kemal’in bazı şiirlerini onlarca yıl süren bir arayış ve çalışma içersinde yazdığını düşündüğüm zaman, “büyük şiir” yazabilmenin ve gerçekten şair olabilmenin ne kadar zor bir iş olduğunu anlarız diye düşünüyorum.
5- Paul Verlaine, şiir için “her şeyden önce musiki”der. Şiirin musiki ile bağlantısı inkar edilmez bir gerçektir. İşte şiirlerimizdeki “ses”mevzuu bu yüzden bu kadar önemlidir. Bu konuda A. Haşim, “şiirde kelime, manasıyla değil telaffuzuyla bir değer ifade eder.”der. Aruzla kurulmuş şiirlerin, musiki açısından, diğer vezinlere göre daha şanslı olduğunu söyleyebilirim;çünkü aruzun kendi içinde bir musikisi vardır ve bu yüzden aruzlu şiirler, besteye daha yatkındır. Y. Kemal, şiirle musiki arasındaki bağ konusunda o kadar ileri gider ki, şiiri notası ve durakları belirli, nağmesi olan bestelenmiş bir musiki parçası ile eş değer tutar.Şiiri, güfteden önce bir besteye benzetir ve mısralarında nağme hissedilmeyen şiirleri sadece bir güfte olarak değerlendirir; bunların nesre ait olduğunu söyler. Onun şu sözleri dikkat çekicidir: “Şiir, nesirden bambaşka bir hüviyettedir. Musikiden başka bir musikidir, diyeceğim. Yazılan ve okunan şiir çok iyi olsa bile, hâlis şiir olamaz. Şiirde nefes ve ses iki esaslı unsurdur. Mısranın ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, yahut da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrâfil’in Sûr’u kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa hâlis şiir değildir.”
6- Günümüz şairlerin çoğu, şiirlerinde manayı her şeyin üstünde tutuyorlar. Bu konuda onlara katılmam, söz konusu değil. Yanlış anlaşılmak istemem, manasız şiirden yana değilim; sadece şiirde manayı ikinci planda düşünüyorum yani sesin içinde. Bu söylediğimi, C. Sıtkı şu sözleriyle ne güzel açıklıyor: “Şiirde meali sesten ayrı düşünmek rakıda üzümü rakının lezzetinden ayrı düşünmeye benzer.Sökmez. Zaten mevzu mu, tem mi, meal mi, bütün bunlar ses içersinde- suda hidrojen ve oksijen gibi- vazifelerini yapmış, işlerini bitirmiş bulunuyorlar. Su içerken hidrojenden bahsetmek ne kadar tuhafsa, şiir okurken de mevzudan, tem’den vesaireden bahsetmek o derece gariptir. Bana öyle geliyor ki, bütün dünya edebiyatında çok şair yetiştiği halde, cins şairlerin azlığı bu şiir hakikatinin maalesef pek az kimseler tarafından anlaşılmış olmasıdır.”
7- Gerçek manada sesi yakalayamadığımız şiirlerin “büyük şiir” olmasını beklemek, beyhude bir hayaldir.Özellikle serbest şiirde ahengi ve sesi yakalamak olukça zordur. Y. Kemal’in bahsettiği derûni ahenk meselesini serbest yazdığımız şiirlerde sağlayamazsak, çabalarımız boşa gidebilir. Valery, “şiir bitmez”der. Şiir üzerine söylenmiş her düşünce ve yorumu, mantık süzgecimizden geçirmeli ve kendimize göre bir yol seçmeliyiz; yalnız kabulümüzün içinde “ses” öğesi mutlaka olmalıdır. Araştıran, okuyan ve şiiri sorgulayan şairlerin başarıya ulaşması kaçınılmazdır; bu uğurda herkese başarılar diliyorum.
Mehmet Nuri PARMAKSIZ