Şerif Mardin, İslam ve Gülen Cemaati
Neşe Düzel, Taraf gazetesindeki “Pazartesi Konuşmaları” sayfasında ağırladığı değerli konuklarla ilginç konuları konuşuyor. Düzel’in bu haftaki konuğu, sosyolog Şerif Mardin.
Prof. Dr. Şerif Mardin, Türkiye’nin düşünce hayatının değerli simalarından biri. Özellikle din ve siyaset sosyolojisine yaptığı katkılar ve yazdığı kitaplarla tanınan Mardin, İslam, Cumhuriyet ve modernleşme konularında da bir otorite.
Bir önceki yazım, genel olarak para ve din ilişkisi üzerineydi. Bu söyleşi ile konu yazı arasında yoğun bir ilişki var.
Köşemi gereğinden fazla dolduracağı için yalnızca söyleşiden notlar aktarmakla yetineceğim.
Mardin diyor ki: “Zaten bütün İslami kuruluşlarda imanın yanı sıra bir iş ilişkisi oluyor. Bir iman meselesi olarak para ile imanın birbirine nasıl yapıştığını ben bilmiyorum. Kuran’da bunların yan yana gelebilmesi söylenmiş”. Bu açıdan İslam ile Yahudilik birbirine benzerken, Hıristiyanlık daha ‘yoksul’ ve iktisadi hayata dair daha bir ‘yoksun’dur.
Aslında din para kazanmaya da ahlaki sınırlar getirmiyor mu sorusuna Mardin, “Evet ama o ahlaki sınırlar Avrupa’da da vardır mesela…Fakat paranın olduğu yerde o ahlaki sınırlar çabuk kırılıyor” diye cevap veriyor.
Demek ki para, din ve ahlak konusu tam bir bıçak sırtında yürümeye benziyor!
İslam dünyasının moderniteyle ilişkisini sorgularken, “İslam dünyası kaybetti. Modern dünyayı kabul etmeyerek geride kaldılar” diyen Mardin, Cumhuriyetin İslami topluma yeni araçlar ve imkânlar sunduğunu söylüyor.
Bu tespit çok önemli. İslamcı yazarlar modernizme veryansın ediyorlar. Modernizmi neredeyse şeytanın düzeni olarak görüyorlar. Modernizmin savunucusu değilim ve ben de eleştiriyorum. Ancak Modernitenin tarihinden bu yana İslam’ın insanlığa kattığı neredeyse hiçbir değerinin olmadığını da iddia ediyorum. Tersine, Mardin’in de dediği gibi İslam dünyası, modernizmin imkânları üzerinden hareketle bir gelişme gösteriyor. Elbette modernite döneminin korkunç savaşları, yıkımları oldu. Faşizm gibi insanlık düşmanı sistemler de, bu yakın dönemin ürünleridir. Fakat bu aynı yıkıcı modernitenin kurumları ve araçları üzerinden postmoderniteye uzanabiliyoruz. Yani modernite, kendine dönük eleştiri imkânlarını sağlayan özelliklere ve geleceğe taşınmanın potansiyellerine sahip. Peki, İslam dünyası üzerinden nereye varılabilir ve nasıl bir gelecek üretilebilir?
İslamcılar, ilkin bu soruya cevap vermek durumundadırlar.
Mardin, modernitenin imkanlarını kullanan, kulağının biri İslam’da iken diğer kulağı modernitede olan İslami yapıların geliştiğini söylüyor. Nakşibendilikten bir hayli farklılaşan Said Nursi’nin ve özellikle Nakşiliğin son halkası olan Gülen hareketinin moderniteye açık olduğunu belirten Mardin, bütün bu teşkilatlanmanın iktidar için yapıldığını ama hangi iktidar sorusunun ucunun açık olduğunu belirtiyor.
Şerif Mardin, “Gülen’in yolunun kendine mahsus sonuçları ve düşündüğü bir strateji olabilir. Bunları bilmiyoruz. Sistemin çalışmasını parça parça görüyoruz” diyor.
İslam ve milliyetçilik.
Beylikdüzü Fatih Sultan Camisinin girişinin bir tarafında “Veda Hutbesi”, diğer tarafında da “İstiklal Marşı” yer almakta. Normal olarak bu ikisi yan yana gelemez. Çünkü İslam dini milliyetçiliği dışlar. Ancak anormal olması gereken durumlar bizde normal olabiliyor.
İstiklal Marşı, ırkçı bir marştır!
Getirip bunu caminin kapısına asarsanız, milliyetçiliği bir bıçak gibi İslam’ın bedenine saplarsınız. İslam’ın evrensellik iddiasını daha baştan Türklük vurgu ve övgüleri ile berbat edenler yalnız günümüz Müslümanları değil.
Bakınız Mardin ne diyor?
“Milliyetçilik ile dindarlık birleşmiş durumda bu ülkede. Osmanlı İmparatorluğu’nda da böyleydi bu ve Cumhuriyet’le de devam etti. Türkiye’de tam adam, milliyetçi bir adamdır. Tam adam, okumuş bir adam değildir. Tam adam olması için onun aynı zamanda milliyetçi de olması gerekiyor…Milliyetçilik çok kuvvetli bir damardır… İslam ve milliyetçilik çok yan yana olan şeylerdir ve bu tam bir Osmanlı orta kararıdır.”
Genel olarak İslamcılarda bir Cumhuriyet sövgücülüğü ve Osmanlı övgücülüğü var ya; işte bu görüşlerin ne denli sallapati olduğunu şu din ve milliyetçilik ilişkisinin bizdeki var oluş biçimi bile göstermekte.