20 Oca
Evet; Sayın Cumhurbaşkanı; seni sana şikayet ediyorum… Sevgiyi, saygıyı ve hoşgörüyü hem toplum hem de birey için; ekmek – su kadar elzem bilen bir eğitimci olarak, saygısızlık etmeyi ilkellik sayarım. Hitap şeklimin seçimi gerekçelidir. Bilerek ve isteyerek seçilmiştir. Makamlar, beklenen çözümlere ırak kalıyorsa, beklentilerin yönü de iste...r istemez o makamın başındaki bireye çevrilecektir. Doğrudan birey hedef olunca da, bizim Türkçemiz, bireyi çoğul ile değil, tekil ile ifade eder. Ulaştırılmak istenen mesajın önemine vurgu katmak düşüncesinin de, bu hitap seçiminde etkin olduğunu da ayrıca belirtmek isterim.
Şikayet konularımızın önemi, dikkate alınma kaygısını da ön plana çıkarmıştır. Bu açıklamalara rağmen, açık mektubumuzun, gerek içeriğine; gerekse, diline, hala eleştiri getirenlere verilecek cevabımız şu…: Kaygı büyük!...Öylesine büyük ki!.. Basit usuldeki anlatımlar hedefe ulaşmıyorsa; derde çare olmuyorsa…suç, sözün üst perdeden çıkmasında değil; sözün bitme noktasına getirilmiş olmasındadır… Kaygıyı bilerek, sonucu sözün bittiği noktaya getirenler suçun asli failleridir.…Görevin gerektirdiği davranışları gününde sergileyemeyen kişi, en temel hukuksal kavramla, görevi ihmal suçu işlemiştir!?.
O kişi; konumu gereği; yasal yaptırımlardan kurtuluyor bile olsa, eleştirilerden ve gönüllerdeki mahkumiyetten elbette kurtulmuş olamaz.!?... Şikayet, kaygılar üzerinden, dilek ve düşüncelerini yetkililere ulaştırmada kullanılan anayasal bir haktır… Bu yapılan da; bu hakkın kullanılmasından ibarettir.. Bazen, bir hakkın kullanılması, hak olmaktan çıkar; görev olur.
İşte bu gün ülkemizde yaşanan durum, tam da budur!...Bir aydın olarak; bir eğitimci olarak, ben de bu hakkımı kullanırken bir “görev” ifa ettiğime yürekten inanıyorum. Kaptanlar, tayfalardan emir ve talimat almazlarsa da; yeri geldiğinde, tayfalar da, kaptana görevlerini hatırlatma hakkına sahiptirler…Zira; gemi batarken, sahibinin kim olduğunun önemi yoktur!... * Sayın Cumhurbaşkanı; TBMM’de, halktan yetki alan her parlamenter gibi, Türk Milleti adına, yasama görevini her üstlendiğinizde, göreviniz gereği birkaç kez, şeref ve namus sözleri vererek yeminler ettiniz… Devletin en yüce makamını temsil etmek adına; Cumhurbaşkanlığına seçildiğinizde ise; öncekilerden daha farklı bir yeminle göreve başladınız… Üstlendiğiniz görev daha yüce, ettiğiniz yemin daha ağırdı… Zira, T.C. anayasası bu makamın daha üstünde bir başka makam ihdas etmemiştir. Siz; “Cumhurbaşkanı sıfatıyla” diyerek başladınız yemininize.
Milletvekillerinin yeminlerinde de yer alan; “Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini koruyacağıma, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağıma, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağıma, Türkiye Cumhuriyetinin şan ve şerefini korumak, yüceltmek ve üzerime aldığım görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücümle çalışacağıma…” diyen hükümlerini saydıktan sonra; “Cumhurbaşkanı sıfatıyla; Büyük Türk Milleti ve tarih huzurunda, namusum ve şerefim üzerine and içerim.” diyerek tarih önünde kendinizi bağımlı kıldınız.
O yemin size; forsun gölgesinin yatma yeri olmadığını sürekli hatılatmış olmalı!.. Üstlendiğiniz görev hem yüce hem zorlu!... Görevi yüce kılan, T. C. Devletini ve vatandaşlarını, gerek yurt içinde, gerekse yurt dışında, onurla ve şerefle temsil etmek…. Zorlu kılan ise, hakkıyla temsil edebilmekti. T.C Anayasası, sizi; başta, o yemin metninde yer alan hükümler olmak üzere, önemli yetki ve sorumluluklarla yükümlü kıldı…Yüce ve ayrıcalıklı sıfatlar yükledi… Örneğin size; devletin başı dedi… Başkomutan dedi… En önemlisi de; bu sıfatla; devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetme görevini yükledi… Gözetme; “olanları” seyretmek değil, gerektiğinde müdahil olmaktı!.. Ne var ki; yemin metninde yer alan görevlerin yerine getirildiği konusunda vatandaşların ciddi ve samimi eleştirileri var.
Bir biçimde bu eleştiriler o makama kadar ulaşmış olmalı… Tereddütler açık; kaygılar büyük… Eleştirilerin dozu yüksek…Haksız da değiller aslında!.. *Tarafsız olamadınız… Sizi o makama getirenlerin gölgesi eksik olmadı üzerinizden. Örnek; 4+4+4 yasasının tereddütsüz onaylanması bu konudaki binlerce örneğe bedel değil mi!?... Oysa;, anayasa ve ettiğiniz yemin, T.C ve Laik devlet ilkelerinde, safınızı açıkça belirlemişti. Yakında, önünüze, daha iki yıl önce halk oylaması ile değiştirilen HSYK gelecek… Ve bu sizin yeni sınav sorunuz olacak… Bu test önünüze gelmeden; hiç mi yapacaklarınız yok!?.. *Dayatmalara diretemediniz…Çözümler üretemediniz.. Kaoslarda rolünüz yok değil!.
Yemin metninde sayılıp dökülen ve uğrunda şeref ve namus sözleri verilen hükümlerden hangisi korundu..? Hangisi, tahribat, bozunma ve yıkımdan nasibini almadı!?... Meclis Başkanı, uygulanmayan anayasa maddesinden söz ediyor. Bu barutun bittiğinin ilanı değil mi!.. Meclis başkanı yasamaya görevini yaptıramıyorsa, düdük çaldı-oyun bitti’ye yeni bir meşruiyet mi kazandırılmış olmaz mı!?.. Patagonya’da mı arayalım olayların suçlusunu!?.. Başbakan, yasama, yürütme bizde…diyor. Hukuk da kendilerinde olsun istiyor… Vatandaşa, orduya, memura, polise, gazeteciye, bilim adamlarına işleyen hukukun kimlere işlemediğini, sanırım benden öğrenecek değilsiniz!... Doğu ve Güneydoğu’da fiili bölünmüşlükten söz edildiği, yollar kesildiği… hatta, terör örgütünce tapular dağıtıldığı, sınırlar çizildiği şeklinde… bize kadar gelen duyumlar, koruma engeline takıldığından mıdır; sizlere ulaşamıyor!?..
Yoksa engel; Habur Hukuku mu!?.. Yoksa; ‘açılım’ın mühürlediği gözler mi!?.. Sayın Cumhurbaşkanı; Sevgi bitti, saygı bitti… hoşgörü ve tahammül bitti!... Öfke hakim topluma. Gemi su almakta. Vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğü tehlikede değil mi!?...Değilse, ikna edin bizleri… Milletin kayıtsız şartsız hakimiyeti koruma altında mı!?... Teminatı ordu mu!?. TBMM’mi? Siyaset mi!?... Hukuk mu!?...Hukukun üstünlüğü ülkede hakim mi!?.. Teminatımız ne.. kim!?.
Demokrasiye, sadakatla inanan var mı!?... Kimler kendi inançlarına göre demokrasi üretiyor!? Bırakalım, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlılığı; Laiklik uygulamada mı!?... Laiklikle ve Devletin kuruluş felsefesi ile, açıktan savaşı olanlar kimler!?.. Bu gün mü çıktı paralel yapı!? Kim besledi büyüttü, saldı sokağa bu paralel yapıyı!?.. Bu gün ülkede, milli dayanışma, adalet anlayışı, huzur ve refah… en basit şekliyle, herkesin insan haklarından ve hürriyetlerinden yararlanma ülküsü teminat altında mı!?.. Bardak taştı sayın Cumhurbaşkanı… Meclis bugün, tahammülsüzlüğün, hoşgörüsüzlüğün, hukuksuzluğun işgali altında… Küfürbazlar korunmakta…Devlet kurumlarının büyük bölümü işlevsiz.
Oysa size verilen asli görev; kurumlar arası düzenli ve uyumlu çalışmayı gözetmek değil miydi? Olmadı Sayın Cumhurbaşkanı… Rahat ve huzurlu değiliz!.. Başbakan; terör örgütlerine, siz de; cemaat önderlerine elçi göndermekte aramaktasınız huzuru… Huzuru bozanlardan; medet umulur oldu; yazık değil mi bu ülkeye!?.. Seni sana şikayet ediyorum, Sayın Cumhurbaşkanı!...Sorumlusunuz! .. ( II.faslı da gelecek yazının)
Etiketler : demokrasi, Demokrasiye, sadakatl, Siyaset