Sen Sapta Bekle, Geliyorum Ben.
Kompleks düşünme yapısı oluştu galiba... Geçenlerde bir bilim teknik dergisini okuyordum. Yaklaşık 100 yıl önce bir tıpçı beyinde bir sap buluyor. Beynin ön-frontal filan dedikleri bölgesinin iki alt bölgesi arasında bir sap. 100 yıl boyunca tıp-beyin araştırmaları sahasında o kadar ilerleme olmasına rağmen o sap orada öyle sap gibi duruyor. Bunun diğer bölgelerden farkı var. Öncelikle; sinirlerin birbirine değdiği yerleri biraz daha farklı. Beynin diğer bölgelerindeki sinaps noktalarına rağmen daha hızlı.
Anladığım kadarıyla bir ön CPU gibi çalışan bir sap bu. Deneyimler, anılar, başka tür bilgiler.. işte bunların hepsinin pratik bir özetimsi yapısının olduğu kısım bu sap. Yani, yine anladığım kadarıyla, sosyal olma becerilerimizin de pratik kullanım kılavuzları burada.
Beynin ilginç özellikleri var.. Bir yandan bir yanı öğren öğren diye dellenirken öte yandan başka bir yanı tembellik kodlarıyla da dolu. Tabii bu özellikler doğuştan mı vardır, sonradan mı edinilir.. tam bilemiyorum. Fakat sonuçta yukarda bahsettiğim bölge-sap var.
Çok uzman değilim bu konularda..ama yine de bir şeyin doğru olduğuna inanıyorum: insan, kendi beynini biçimlendirebilir: çalışma şeklini organize edebilir. Hiçbir şeyi önemsemez hale de getirebilir…
Beyin araştırmalarında başka meslek guruplarından insanlarla da çalışılabilir. Öykü yazarlarının düşüncelerinin olduğu bir kitap okurken bir yazarın şu şekilde bir düşüncesine denk geldim.
Yazar diyordu ki: siz kendinizi bir öykü yazmaya kurduğunuz zaman… yani bir nesne size bir öykünün ipuçlarını verdiği zaman ve siz beyninizi nasıl bir öykü yazmaya başlasam acaba zorlamaya başladığınızda, beyin artık kurulur ve o öyküyü yazma düşüncesini ileriki bir zamanda unuttuğunuzu sansanız bile geri planda beyin o öykü için çalışır.
Bunu söyleyen yazar beyin cerrahı, psikolog filan değil fakat çok önemli bir şeyi bir çeşit kendini-gözlem ile bulabiliyor. Bunları söylemekle şunu da demek istiyorum: Beyin araştırmaları konusunda teknik-biyomedikal tabanlı araştırmalar kadar doğal akışında deneyimlerin daha ağırlıklı olarak incelenmesi gerek. Yazarları incelemek mesela. Zor gibi gözüküyor ama belki yapılabilir.
İnsanların duyarsızlaşması konusu birinci paragrafla alakalı bana göre. Hızlı değişimler… çok hızlılar… beyin diyor ki bu ne trafik!. Frontal bölgeler ve sonrasında ön CPU/ sap ve tabii sonrası da var. İşte bu sonrası en çok enerjiyi harcayan süreç. Beyin galiba fazla enerji harcamamak için diyor ki: zaten şu sap denen ön CPU var, zaten baya bir deneyim(?) var, öyleyse şöyle göz ucuyla seçeyim dışarıdan gelenleri.
Ve böylece, esaslı muhakemelerin yapılabileceği beynin iç bölgeleri birazcık devreden çıkmış gibi oluyor…
Bazı zamanlar işte, bu devreden çıkma-çıkarma işini beyne öğretmek gerekebilir. Bunu bilinçli şekilde yapmalı kimi zaman. Çünkü gerçekten çok çok büyük bir veri akışı var beyne doğru.
Özgürlük bağlamında da bakabiliriz meseleye. Yani mesela beyninin içine sokamadığın, ki bu özdeşleşmek anlamına geliyor, bir şeye, muhakeme edemediğin bir şeye ne kadar sahip olabilirsin. Muhakeme ettiğini sana sandıran şey beyninin derinlikleri mi yoksa sadece,demin bahsettiğim sap-ön CPU mu. Otomatik bir işlemcidir o yani. Özgürlük, göreceli düşünsel belli nesnelere sahip olmadır. Çoğu zaman, karmaşık dünyada neye sahip olma gereksinimimiz olduğunu karıştırsak da, bir şey-lere sahip olmaktır özgürlük. Bildiğin, muhakeme edebildiğin şeylere. Muhakeme edilebilir şey ise değişken-gelişken şeydir. “Değişken” kelimesi bazen insanı huylandırıyor ama “gelişken” kelimesi daha aklı başında duruyor.
Global dünya, kültür algılarını da değiştirdi;bunu, kültürleri birbirleriyle rastlaştırarak yapıyor. Akli ilimleri az gelişmiş sahalarda, var olan, eski öğelere vurgu yapıp bir değişkenlik –ki bu yanılsamalı bir özgürlük kavramıdır- bir haz dünyası oluşturuyor. Sıkışan insan, başka kültürleri tanıyan; gezen, gören… bir yandan da var olan iç dünyasına tehdit olarak gördüğü için bu renkliliği bir yere sığınma ihtiyacı hissediyor. Kültürler,alt kültürler global sermaye için kolay satılabilir meta haline de kolayca geliyor çünkü insanın buna “ihtiyacı” var. “Sen busun. ESKİDEN beri. Öyleyse al eline silahı. Silahların fiyatı…tanesi şu…” Bizim sahalarımızda, din ve kültür sıkı bir birliktelik içinde olduğu için, sığınma ihtiyacı kendini haliyle dinde veya benzer yapılarda tatminde buluyor. Sap’ı tatmin.
Evren genişliyor mu? Bu genişleyen bizim beynimiz olmasın? Bir kap, alabildiği madde oranınca büyük değil midir? Bu derinliklere kendimizi neden bırakmayalım, hazır bu derinliğin sahibi iken.
Piyasalarda mutlu olma üzerine çok kitap var. Veya, daha genişçe baktığımızda meseleye, böyle bir piyasa var. Daha başında meselenin çok eksiklik var. Mutluluk, formu sürekli değişen veya kendinizde bulduğunuz ve gerçekleştirebildiğiniz şeylerle göbekten bağlı. Fakat eskilerden gelen de bir tuzak var: kime göre mutluluk tanımı? Veya, sap’ta tanımlı mutluluk tanımı mı? Bu, bir hastanede değişik hastalıklardan yatmakta olan binlerce hastaya, “elimde bir ilaç var, her şey deva” iddiasına benziyor. Bunu söyleyen kişi, ola ki kendinde denemiştir bahsettiği ilacı, iyi etmiştir kendini, herkesi de iyi edeceğini iddia ediyordur.
Böyle böyle değişik açılardan bakılabilir saplara maplara. Atalar bu işi çok önceden çözmüş olmasın. Sap gibi kalmak diye bir deyim var. Gerçi bu deyim o kadar eski değil sanırım. Ama söyleten de bir şey vardır atalardan kalan.