Şehitlik Siyaseti
Bütün günün gürültüsünü bir soru dindirdi. Aylardır televizyon ne zaman açılsa bu kelimeyi duyuyordu küçük kız. “Baba, şehit ne demek?” diye sordu bir anda. Baba kısa bir soluk alıp küçük kızın sorusunu cevaplandıracaktı ki bir an duraksadı. Dünyanın bencilliğini, kirini, merhametsizliğini henüz bilmeyen günahsız kızına ölümü nasıl anlatabilirdi? Üstelik bu normal bir ölüm değil. Bu tek bir kalleş kurşunun, bombanın bir kişiyi değil belki yüzlerce, belki binlerce kişiyi öldürdüğü bir ölümdü. Aklından küçük kızın anlayabileceği bir benzetme yapmak geçti. Ama hangi basit söz böylesine büyük bir cengâverliği anlatmaya yetebilirdi?
Sonra kaçamak bir bakışla karnında bir Mehmetçik adayı taşıyan anneye döndü. Anne hala sorunun şoku içindeydi. Şehidin ne demek olduğunu nasıl anlatabilirdi? Bir kaç ay evvel apartmanın kedilerinden birinin öldüğünü bile anlatamamışlar, masum bir kaç yalanla olayı ört bas etmişlerdi. Sonra dedesinin anlattığı savaş hatıraları geldi aklına. Aslında o şehidin ne demek olduğunu en yakından bilenlerdendi. Şehit, bir bayrağa rengini, bir millete istiklalini veren babayiğitlerin adıydı. Şehit, Mehmet iken Mehmetçik olanların, dağa kurşunla destan yazanların adıydı. Kendi anladığı ve anlatmak istediği tanım bu idi ama günümüzde şehit kavramı bile o kadar kirletilmişti ki. Adeta hükümetlerin ölümleri mazur göstermek için kullanılan yolun adı olmuştu. Bir olay tepki çekme noktasında ise ölenlerin hepsi şehit, değilse zaten sorun yoktu. 15 Temmuz’da canını verenler, doğuda ülkesi için çarpışırken canını verenlerden önde tutuluyor, her gün onların adı tekrarlanırken diğerleri aynı gün unutuluveriyordu. Şimdi nasıl anlatmalıydı kızına şehitliği?
Bir kez daha yutkundu adam. Sonra kızına dedesinin anlattıklarını hatırlattı ve “Şehit, inandığı değerler adına toprağa düşen, ölen insanlara denir yavrum” dedi. “Peki baba bu değerler nelerdir?” diye sordu yeniden küçük kız. “Vatan, adalet, yaşama hakkı, özgürlük, bağımsızlık… ve daha pek çok şey olabilir canım kızım. Ama hangisi olursa olsun, gerçekten de inanarak mücadele etmek ön koşuldur.” Akıllı kız hemen sordu: “Ama baba, savaşarak ölene de şehit diyorlar, madende ölene de, apartmandan düşüp ölene de. Bunlar şehitliği yanlış mı anlıyor, yoksa sen mi yanlış anlattın?” Bu soruyu beklemiyordu adam. “Yok kızım ben doğru anlattım sana ama şehitlik payesini insana birileri vermeye çalışırsa böyle oluyor…” O gece sabaha kadar arkası kesilmedi soru ve cevapların. Ve sabaha kadar en az iki şehit haberi daha geldi. Sabaha karşı baba kız ağlayarak, birbirlerine sarıldılar ve uyudular. İşte o gece büyüdü küçük kız.
Türkiye’de şimdi tam bir “fiili sistem değişikliği” yaşanırken tam gaz devreye sokulan bir “şehitlik siyaseti” söz konusu ve bu bana İran’daki “rejim değişikliği” ve “konsolidasyonu” sırasında bilinçli şekilde kullanılan bu çok ürkütücü “şehit kanı politikasını” hatırlatıyor.
Bakanlar “şehit olmak istediklerini” beyan ediyor…
Cumhurbaşkanı şehit cenazelerinde, “Ne mutlu şehit ailelerine!” diyerek konuşuyor.
Birer ikişer uğurlanan cenazelerde AKP’li vekiller ön sırada görünmek için şehit yakınlarını tepeliyor. O kadar ki hız alamayıp bazıları parti teşkilatlarını şehit cenazelerindeki “başarılı organize” için tebrik ediyor. Bu yetmiyormuş gibi asker ve polis cenazelerinde iktidara yükselen tepkiyi durdurmak için şehit cenazelerinde özel timler görev yapar hale geldi.
Devlet büyükleri konuşuyor: “her bedeli ödemeye hazırız!” Şehit evlerine bakıyoruz, yıkık dökük, çoğu sıvasız. Bayrak ile kaplanıyor sıvasız duvarlar… Anlaşılan çoğumuzdan bile kötü durumları, halkın en yoksul kesiminden insanlar. Uzun dönem okumamış, okuyamamış gençler. Çoğu evli ve çocuk sahibi. Çoğu ortalama “Türk insanı”. Savaşı başlatan onlar değil ama kurban onlar. Daha büyük saraylar ve “itibar” için.
“Şehit”… “Vatan sağ olsun!”… Hep bu cümleyi duyuyoruz medyadan. “Zenginlerin çocukları niye ölmüyor?” diye haykıran insanların çığlıkları yok orada. Medya bu savaşın ortağı, medya bu savaştaki en önemli propaganda aracı. Kendini mevcut duruma göre ayarlayabilmesi bir iki dakika bile sürmüyor, “barışsever” medya bir anda “şahin” medyaya geçebiliyor.
“Şehit”… “şehit” dedikleri senin benim gibi insanlar işte, “nerede çalışacağım?”, “nasıl evleneceğim?”, “çocuğuma nasıl bakacağım?”, “akşam ne yiyeceğim?” diye düşünen insanlar. “Bir evim olur mu?” diye hayal kuranlar. Bağdat Caddesi'inde araba yarışı yapanlar, doğum günü hediyesi olarak yat alanlar, babasının fabrikasına patron olanlar, vekil çocukları değil ölenler….
Savaşı başlatan, finanse eden onlar gerçi ama onlar ölmüyor.
Şehadet yoksullar içindir çünkü. İşsizlik, evsizlik, pahalılık gibi. Bizi bu kadar birleştiren, bu kadar çok şey varken, hâlâ zalime değil de, birbirimize düşmanız ya, hepimize helâl olsun!