12 Haziran’da yapılacak olan milletvekili seçimleri için geri sayım başladı. Her ne kadar partiler, adaylık müracaatı kabulüne başlamasa da, milletvekili olmak isteyenleri heyecanı sarmış durumda. Aday adaylarının Ankara’da destek arayışları şimdiden başladı.
Son günlerde bazı şehirleri ziyaret ettim. Çoğu kimse, belediye başkanları ve milletvekillerinden müşteki. Özellikle iktidar partisinin milletvekillerine yönelik şikâyet daha yüksek. Bu, iktidar olmanın gereği -yani beklentinin yüksek olmasından- olabilir.
Arkadaşlarımızla 2007 seçimlerinin ardından TBMM’ye gittik. Amacımız hayırlı olsun ziyareti falan değil. Elimizde bazı yasalarda değişiklik talebi içeren dosyalar var ve iktidar, muhalefet farkı gözetmeksizin görüşmeler yapıyoruz. Bir milletvekili, Ak Parti’den yeni seçilmiş bir milletvekili ile de mutlaka görüşmemizi önerdi.
Yeni milletvekilinin odasına gittik. Yan odadaki arkadaşında imiş. Kapıda karşılaştık. Diğer milletvekilinin selamını söyleyip, görüşme talebimizi ilettik. Beyefendideki kibir, Arap diktatörlerinde bile göremeyeceğiniz cinsten... Neyse kapıdan geri döndük. Aynı zat, halkada böyle davranıyorsa, şikâyetler yerden göğe kadar haklı.
Geçenlerde bir ilimizde, 4 dönemdir milletvekilliği yapan birinin davranışlarından söz ettiler ve dediler ki: “Milletvekili …’in -ismi bizde mahfuz- yeniden aday yapılacağından kuşku duymuyoruz. Ak Parti bu dönem, anayasa değiştirecek nitelikte çoğunluk arzuluyor. Kurulduğundan bu yana oy veriyoruz ama bu adaylarla yola devam edecekse Ak Parti bu kez bizi unutacak” dediler.
Bu ve benzeri şikâyet ve serzenişleri çoğu yerde duyabilirsiniz. Elliye yakın milletvekili arkadaşım var. Geçenlerde TBMM sitesine girip, teke tek isimlerini kontrol ederek, hangi tasarı ve taslağa imza atmış, hangi işleri başarmışlar diye kontrol ettim. Burada aktarmaya değer bir şey maalesef göremedim. Çoğunun, hükümetten gelen bazı temel tasarılara imza atmaktan öte hiçbir çalışma yapmadığını görmek üzüntü verici…
Aynı durum belediye başkanları içinde geçerli. Sanki kendi kişisel kasalarından harcıyormuşlar gibi, kişisel tanıtım için bol rakamlı israfların yapıldığını bilmeyen ve bundan şikâyetçi olmayan var mı? Bu işin hikmetinden sual edenler; toplumun bu kadar müşteki olduğu kişilerin tekrar tekrar aday yapılmasına bir türlü anlam verememekteler.
Peki, bu kimseler neden sürekli tercih ediliyorlar ve nasıl değiştirilirler?
Elbette bu kişiler, Başbakana veya partilerinin genel başkanlarına, yaptıklarını hep abartarak aktardıkları ve haklarında yeterli miktarda seçmen şikâyeti ulaşmadığı için, başbakan veya genel başkanlar, bu kimselerle ilgili iyi kanaatlere sahip olabilmekteler.
Genel başkanlar, milletvekillerinin ne yapıp ne yapmadığını gayet iyi gözlemlemektedirler. Bir milletvekili dört şekilde davranabilir:
Bir: Üstelendikleri vazifenin bilincinde olup, buna göre davrananlar.
İki: Suya sabuna dokunmayarak istenileni yapan, istenmeyenin ise asla yakınından geçmeyenler.
Üç: İş takibi ve ihale işleri ile uğraşmaktan, Meclis çalışmaları ve siyaset yapmaya pek vakit bulamayanlar.
Dört: Bakanlık beklemekten başka hiçbir işe yaramayanlar.
Oysa toplum, kişisel çıkarlar peşinden koşan, yeniden seçilmek uğruna suya sabuna dokunmayan vekiller yerine, ülkenin ve toplumun refahı için çalışan vekiller arzu ediyor!
Fakat toplum, sadece arzu etmekten öte geçmeyince, doğal olarak istemedikleri veya beğenmedikleri kimselerin seçilmesi kaçınılmaz hâle geliyor.
* * *
Milletvekili, belediye başkanı ve bürokrat olma genellikle üç şekilde gerçekleşiyor:
Bir:Bazı kimseler milletvekili/belediye başkanı seçilebilmek için can atarlar ve bunun için her türlü girişimi yaparlar.
İki: Bazıları arzu eder ama hiçbir girişimde bulunmaz, teklif bekler.
Üç: Bazıları ise veballi ve riskli bulur, uzak durur.
Çoğunluğu bir defa seçildi mi artık ölene kadar vekil veya belediye başkanı olarak kalmak ister. Sonra da dünyadaki diktatörleri eleştirirler. Bir kez seçilenlerin ezici çoğunluğu ‘yeter artık ben yapabileceklerimi yaptım, birazda başka değerli insanlar bu görevleri yapsın’ şeklinde bir düşünceyi akıllardan hiçbir zaman geçirmezler. Hemen her milletvekilinin rüyalarını, bakan olma hayali süsler. Olamayacağı hatta yapamayacağını bilse de, bu arzusunu yenemez veya yenmek istemez.
Oysa insanlar, çalışmalarını beğenmediği belediye başkanı veya milletvekili için, Başbakan’a veya genel başkana mektup/mektuplar gönderse, imzalar toplasa, ilgililer bunu değerlendirmek ve düşünmek zorunda kalacaktır.
Yine kendi kasası için ve gelecek endişesi değil de toplum için çalışacağına inandığı ve adaylık girişiminde bulunmayan seçkin, üretken ve dürüst kimseleri (a) önerse, (b) bu kişilerle ilgili mektuplar yazsa, (c) imzalar toplasa, muhtemeldir ki arzu ettiklerinden bazılarını, sandıktan önce kendileri seçecektir. Ama bu yol, ülkemizde neredeyse hiç denenmiyor. İnsanlar sadece kendi aralarında konuşuyor ve konu kapanıp gidiyor.
Dünyanın birçok ülkesinde, siyaset genellikle sadece parlamentolarda yapılır. Oysa bizim ülkemizde her evde, her iş yerinde, her toplantıda, her sohbet ortamında siyaset sohbetin ana gündemidir. Buna rağmen, bizi gelişmiş demokrasilerden ayıran en temel fark, bizde aday belirlemesinde göstermelik temayül yoklaması veya ön seçim dışında adayları liderlerin belirlemesidir. Halk, sadece önüne getirilmiş ‘seçeneksiz’ listeye çaresiz oy verir.
Bizde seçmen sadece 1991 milletvekili seçimlerinde, -bir defaya mahsus- çarşaf listeden tercih hakkı elde edebilmişti. Buradaki kusur, elbette sadece liderlere ait değil. Şayet toplum, kendilerini yönetecek adaylar konusunda inisiyatif almak için girişimde bulunmazsa, elbette liderlerin önlerine getirdiği listeye oy vermekten başka yol kalmaz. Bu durumda liderler de genellikle yakın çevreleri ve kendisine itiraz etmeyecek kimselerle çalışmayı isteyecektir.
Oysa bu kez durum çok farklı! Bu seçim, Türkiye için önemli bir anayasal değişimi de getirecek olan bir Meclis’i belirleyecek. Bu nedenle, seçilecek milletvekillerinin diplomalarının değil, beşeri bilgi ve beceri kalitelerinin arttığı bir çeşitleme içermesi hayati öneme sahip.
Mesela Ak Parti, adaylarının yüzde 99’nun üniversite mezunu olması ile övünüyor. Oysa aslolan süslü diplomalar değil, toplumun tercih ve arzularının TBMM’ye yansıtılmasıdır. Arap toplumlarında isyanın temel nedeni, rejimlerin, gençlerin tercihlerini karşılamaktan çok uzak olması değil mi? Burada, Tunus’un Nahta Hareketi Lideri Gannuşi’nin daha dün İstanbul’da söylediği ‘ülkeyi yönetmek, devrimi toplumuna armağan etmiş gençlerin hakkıdır’ cümlesini hatırlatmakta yarar var.
Çağrımız odur ki; ister cemaatiniz, ister mahalleniz, ister apartmanınız, ister derneğiniz, ister arkadaşlarınız, her kim iseniz, bir daha aday olmasını istemediğiniz ve milletvekili olarak görmek istediğiniz kişiler için, kapalı kapılar ardında girişimler değil, açık açık mektuplar yazıp, gerekirse adayın bilgisi ve dahli dışında siteler kurup, bu talebi kamuoyuna açmanız olacaktır!
Bu süreci bütün illerimiz, ilçelerimiz hatta kasaba ve köylerimiz yapmalı. Sandıkta seçemediğimiz milletvekilini, sandığa gitmeden seçmeli. Yoksa eleştiri hakkınızı kaybedersiniz.