Seçime Doğru
Şunun şurasında kaç gün kaldı sandık başına gitmemize… Giren ay, çıkan ay, şinanay derken soluğu sandık başında alacağız… Alacağız almasına da görücüler, yani vekil aday adayları da
son sürat belirmeye başladı.
Birçoğu bürokrasinin ballı makamlarından istifa ederek genellikle Ak Parti''nin kapılarında şık takım elbise ve uyumlu kravatlarıyla patronlara görünmenin telaşındalar. Kapıyı tıklatanlar, kim bilir “Bakın Efendim, iktidarınız döneminde bir dediğinizi iki etmedim. Hep sizin için çalıştım. Yerine göre ‘muhalefete göz bile açtırmadım. Anlarsınız ya!'' diyerek vekilliğin kaymağından yararlanmak için boyun bükmesi içinde olacaklar…
Listeler parti liderlerinin önünde uzayıp gidecek… İçinde ünlü olanlarda olacak, verdikleri bağışlarla ‘ya tutarsa'' diyerek milli piyango gibi büyük ikramiyenin beklentisi içinde şanslarını deneyenlerde olacak!
Vekillik kıyak iş ya! Maaş desen dolgun, bir dönemden sonra ömür boyu emeklilikle, hayat desen, o da garanti! Hele seni bir hafta eve kapanıp da aday gösteren liderine biat ettiysen, senden iyisi yok… Önüne gelen kanunlardan haberdar olmana da gerek yok! Onların nasıl toplumu esir alarak demokrasi yönünden kıpırdatamaz hale getirmesi o kadar da önemli değil.
Hele Ormanlar talan edilerek milyonlarca ağaç kesilmiş, çocukların oynadığı yeşil park alanları yıkılarak üzerlerine gökdelenler ile AVM''ler yapılmış, yine HES''lerden dolayı dere yatakları kurumuş kimin umurunda? Git ATM''ye bas “Giriş" tuşuna, gelsin liracıklar, koy cebine sıcak sıcak harca! Lojmanlar, meclisin ucuz yemekleri de işin garnitürü…
Canın mı sıkıldı, git odana gelen misafirlerle gelsin-gitsin çaylar arasında yöreni ve ülke sorunlarını konuşup dur! Artık seni kim tutar… Kırmızı ışıkta geçmen, cep telefonuna yüklenen binlerce liralık kontörler de cabası! Yalnız kapını çalan iş adamları olunca, işte o zaman dikkat edeceksin… Malum ‘dinleme'' deyince, kimseyi dinlemiyorlar… Bu işin yamuğu var, paraleli var, varda var! Aman dikkat! Bu arada unuttum, Genel Kurulda hamili kartlara aldığın partililerin işe girme notlarını gazetecilere veya muhaliflerin telefon kameralarına yakalanmadan nasıl bakana vereceğim, diye çırpınıp duracaksın!
İlk günler acemilikten acele etme, elbet bir yolunu bulur, bir köşede çaktırmadan ceketin cebine atıverirsiniz! Atmasına atarsanız da, şu muhalefet yaptığı araştırmalarda kapak gibi kamuya sınavsız alınan partilileri ortaya seriveriyor! Keşke ülkede muhalefet diye bir kavram olmasa değil mi? Ona da kafanı yorma, muhalefet istediği kadar ortaya çıkarsın, nasıl olsa milletimiz çabucak unutuveriyor.
Üstünde durma bunu da unutur! Sahi bu arada bende unutuyordum (!) Bazen sizi gecelere kadar uyutmayacaklar, artık bu kadar getirisi olan bir işte buna da katlanacaksınız. Yapacağınız yalnızca, parti yetkililerinin size bakan kaş kaldırma ve manalı bakışları arasında el kaldırmanız… İşte buna dikkat edin… Zira uyku sersemliği ile muhalefetin bile lehine karar verebilirsiniz! Sakın büyüklerinizden bu yüzden fırça yemeyin!
Neyse, neresinden bakarsanız bakın vekillik yine de kıyak iş vesselam kıyak!
Gerçi toplum olarak şimdiye kadar seçilen vekilleri ne kadar tanıyoruz? Onların ne yaptıklarını, ne gibi girişimlerde bulundukları hakkında bilgisi olan var mı? Ön seçim olmadan bir hafta içinde eve kapanan liderlerin seçtiklerini siz mi seçmiş oluyorsunuz, yoksa liderler mi seçiyor?
Madalyonun bu yüzünü bir kenara bırakıp, şimdi %10''la dünyanın en yüksek seçim barajının olduğu ülkemizdeki siyasiler son sürat söylemlerine başladılar. Tabi burada seçim yarışına devletin büyük imkânlarını kullanan AKP, muhalefetten bir adım önde başlayacak. Devletin olanaklarını şimdiden kullanılmaya başladılar bile... Hem Sayın Cumhurbaşkanı, hem de Sayın Başbakan helikopter, uçak, devletin imkânlarıyla iki koldan oy istemeye başladılar. Üstelik Cumhurbaşkanının tarafsızlık yeminine rağmen!
Örneğin, geçenlerde Başbakan Davutoğlu, TRT''de akşam haberler saatinde konuştu. Güvenlik Paketi üzerinden muhalefete verdi veriştirdi… Hal böyle iken, muhalefete söz hakkı doğmaz mı? Yanlı olduğu artık tescillenen TRT''nin muhalefet partilerine de cevap hakkı için davet etmesi, tarafsızlık ve seçim adaleti açısından gerekmez mi? Mümkün değil getirmezler, zira TRT yönetimi AKP''nin elinde ve hiç kimsede kaymaklı makamını kaybetmek istemez!
Ben ister yandaş olsun, ister muhalif basın olsun, zamanım ölçüsünde incelerim. Geçenlerde yine iktidarı desteklediği bariz olan ATV Kanalının akşam haberlerinin tümünü izlemeye karar verdim. Sanırım tarihi de 5 Şubat idi. Önce yayınlarına Cumhurbaşkanı ve Başbakan''ın konuşmaları ile başladılar. Ardından paralel yapıyı gündeme getirdiler. Sonrada, asparagas haberlerle devam ettiler. O gün muhalif de önemli konuşmalar yapmıştı. Medyanın durumu zaten dünyadaki konumumuzdan da sonlarda olmasından belli! Neyse bu konuyu yıllardır yaza yaza kalemimizde tüy bitti!
Şimdi bu konuyu bir kenara bırakıp, “Başkanlık" ve “Saray" tartışmasının yapıldığı şu günlerde sizlere Osmanlı''da padişahın karizmatik hale getirilmesi konusunu yazmak istiyorum. İsterseniz önce kendinize bir çay veya kahve alın, ben yazarken, sizde okursunuz…
Afiyet olsun…
On iki yaşında padişahlık koltuğuna oturan, daha sonra azledilerek 19 yaşında tekrar padişah koltuğuna oturup İstanbul''u fetheden, ‘Ormandan bir ağaç kesenin kellesini keserim'' diye fetva veren Fatih Sultan Mehmet, fethedilen ülkelerin yasalarıyla da birleştirerek ilk Osmanlı Kanunnamesini ortaya çıkarmış. Bu kanunnamenin en büyük bölümü “Saray" teşrifatına ve merkez bürokrasisine ayrılmış. Bu düzenlemeyle, tüm merkez bürokrasisi padişahın şahsına bağlanmış ve hükümdar, ülkenin tek gücü haline getirilmeye çalışılmış…
Padişahın bu yeni ve güçlü konumunun sağlamlaştırması devşirmelerin eseriymiş. Onların bu amaca giden yolda buldukları en büyük çare padişahı karizmatik hale getirmekmiş. Adeta (haşa!) bir yeryüzü tanrısı… Fatih, merkezi güçlendirme konusundaki son uygulaması bir türlü düzene sokulamayan eğitimi merkezi düzene kavuşturmakmış. O çağda, eğitim denilince akla gelen devşirmelerden sonra çeşitli kademelerde hizmetlerini sürdürmekteydiler.
Devşirmeler sarayda eğitimleri sırasında mutlaka padişahın kişisel işlerini görmekte ve buna ilişkin unvanlar taşımaktaydı; Sarabdar, Odabaşı, Rikabdar gibi… Saray dışındaki görevlere ancak bu aşamalardan geçilerek çıkılabilmekteydi. Böylece padişah tüm devlet görevlilerini kişisel olarak kendine bağlamış olmaktaydı. Sonuçta, o zamanlar 30 bin nüfusu olan İstanbul''un fethi Osmanlı devşirme sınıfına padişah karizması yaratacak güçlü bir merkez inşa etme olanağını vermiş...
Şimdi başkan ve saray tartışması yapalım mı? Yapmayalım mı? Yukarıdaki yazım her şeyi anlattı mı? Peki, o zaman…
Birde 13 yıl olduğu gibi son zamanlarda Cumhuriyet''e neler oluyor?
• İmam Hatip okulları her geçen gün mantar gibi çoğalıyor,
• “Eğitim sistemi laik dışına çıktı" diye Sendikalar yürüyor,
• Edirne Valisi, Balkanlardan gelen sellerden Edirne''yi sular içine gömülürken ve bu tür sel baskınlarının bir daha olmaması için ciddi önlemler alması gerekirken, ziyaret ettiği bir okulda oturan çocukları zorla kaldırıp, tahtaya Osmanlıca “Sağlık için Süt İçin" yazmış… Umarım Valiyi bir dahaki seçimde görürler, diyorum ama yaşı da bayağı varmış!
• Danıştay, okul ve resmi yerlerdeki “Atatürk Köşesi" kaldırılamaz hükmü vermiş. Sahi ateş olmayan yerden duman çıkmaz, daha önce TC Tabelaları gibi Atatürk köşesini kimler kaldırmak istemiş olabilir ki? Merak ettim, Başbakanın bu konudaki görüşleri ne olabilir? Bir gazeteci, hele yandaş medyadan, böyle bir soru sorma cesaretini gösterebilir mi?
Mevzuu 12 yıl içinde yapılanlarla açık açık belli. AKP içinde bir Osmanlı özentisidir gidiyor… Hatta Cumhuriyet''i film arası gören vekiller artık açık açık korunma zırhı içinde ileri-geri konuşmaya başladılar… Aslında söyleyene değil, söylettirene bakmak lazım! Osmanlı, tabi ki inişleri ve çıkışlarıyla sembolik olarak bizim.. Şimdi halkın kendi kendini yönetmesi gibi önemli bir rejim olan Cumhuriyet değeri varken, monarşi yönetiminin tek adamlığı ülkemize hiç yakışır mı?
Ülkemizde daha neler oluyor, dersiniz?
Neler olmuyor ki? Hepsini yazmış olsak, sayfalar sığmaz!
Faturalardaki rakamlardan vatandaş elektrikten çarpılıyor, Doğalgazdan boğuluyor!
Bir trafik çevirmesinde makul şüphe ile tartışma yaşayan gazeteci bir vatandaşımız yere yatırılıp sonrada polis arabası içinde ‘yüksek tansiyonum var ilaçları almam lazım'' demesine rağmen darp arasında kalp krizi ile hayatını kaybedebiliyor.
Yine bir vatandaşımız kızının kolu çıktı, diye hastaneye getiriyor. Daha sonra cesedini alıyor… Özel hastanelerde paranız varsa kral gibi karşılanır, eğer parasızlıktan devlet hastanelerine yolunuz düşerse, maç türbinlerinin kalabalığın arasında koridorlarda oradan oraya koşup durursunuz!
Kadın cinayetleri bitmek bilmiyor ülkemde! Sokak ortalarında kocası tarafından bıçaklan bir kadın! Allah''tan kahraman bir vatandaş pis bir ölümü engellemek için kovayla kocaya müdahale ederek, kadını bu kez (şimdilik) kurtarıyor.
Kredilerin leblebi gibi dağıtıldığı ülkemizde insanlar düşük ücretle boğuşması arasında milyonlarca kişi de kredi kartlarından dolayı yasal takipte…
İngilizlerin ünlü gazetesi The Guardian''dan bomba gibi bir haber: “İsviçre''de ünlü bir bankada 2007 yılına kadar Türkiye''den de 3105 hesap açılmış. Ünlü kişilerin hesaplarında 3,4 milyar dolar bulunuyormuş! Peki, 2007 den günümüze kadar olan hesaplar? Şimdi o hesapları olanlar biraz telaşlanmış! Asgari ücretli kardeşim senin de gizli hesabın var mı? Aman dikkat!
Ve daha neler neler… Gündemi bol ülkemde haber biter mi?
Sayın Cumhurbaşkanı karısı, kızı, korumaları ve bürokrasisiyle Güney Amerika seyahatindeler… ABD''nin bir türlü rejimini değiştiremediği ve halkın her şeye rağmen mutlu olduğu, dans ettiği Komünist Küba''ya da uğramışlar… Umarım Küba halkının nasıl mutlu olduğu formülünü öğrenirler de, bize de sihirli gelir!. Belki de artık ağzından tükürükler saçılarak bağırıp çağıran sinirli politikacılar tarihe karışır… Ne dersiniz? Huylu huyundan vaz geçmez mi dediniz?
Aklınıza mukayyet olun…
Ertuğrul Erdoğan
Şubat 2015/Bursa
www.erdoganlaedebiyat.co