Seçimden Sonraki İlk Yazı
Seçimden önce ve seçimden sonra ilk yazı diyerek yaptığım ayrımlar, seçimleri bir Milat olarak gördüğümden değil. Evet, seçimler önemli ama bu durum, siyasal tarihimizde ve toplumsal yapımızda Milat oluşturacak ölçüde bir nitelik değişikliğe tekabül etmez. Fakat bir başka gerçek de şu ki, AKP’nin üst üste 3 kez seçim alması ve üstelik bunu, oy oranını artırarak yapması, artık eski rejimin kodlarının çözüldüğünün de işaretidir. Demokratikleşme açısından bu iyidir ama nereye kadar?
Bu sorunun cevabını önümüzdeki dönemde göreceğiz.
Seçimlerden hemen önce yazdığım iki yazıda da, AKP’nin ve Başbakan Erdoğan’ın dilinin bir süreden beri otoriterliğe kaydığını, demokratikleşme açısından “harç bitti, yapı paydos” anlamına geleceğini belirtmiştim. Erdoğan’ın söylediği bütün o olumsuz ve hatta itici sözlerden sonra aynı Erdoğan’ın nasıl bir başbakanlık yürüteceğini göreceğiz.
Seçim sonuçlarından herkes, istatistiğin omurgasız yapısından yararlanarak harika oryantal dans yapar gibi kendi lehine sonuçlar çıkarabilir; nitekim çıkarıyorlar da! Oyum arttı diyenler, seçmen sayısının arttığından hiç söz etmiyorlar. Milletvekili sayım arttı veya öteki partinin milletvekili sayısı azaldı diyenler, seçimlerde alınan oy oranlarından bahsetmiyorlar.
Bütün bunlar bir tarafa; bir seçimin röntgenini (daha gelişmişi MR’dır), oranlar gösterir!
Seçim tahmini yapanların büyük bir kesimi yanıldı.
Ben de yanıldım.
AKP’nin %44’leri geçemeyeceğini, CHP’nin %30’a geleceğini, MHP’nin %12’yi geçemeyeceğini, bağımsızların 35 vekil çıkaracaklarını tahmin ediyordum. Bağımsızlar ve MHP haricinde, diğer iki tahminimde ciddi oranda yanıldım. Aslında bu bir tahminden çok, isteğimin dışa vurumuydu.
%44’lük bir oyun AKP için uyarıcı olacağını, aksi halde, otoriter bir dil yaratmaya başlamış olan Erdoğan’ın 2007 seçimlerinde aldığı %47’lik oy oranını geçmesi halinde, bu çoğunluğun daha kolayca bir otoriter dil yaratmak için kullanılabileceğini ve bu nedenle %47’nin 3–4 puan altında bir oy alarak fütursuz gidişatın frenlenebileceğini düşünmüştüm. Aslında bu kaygıyı hala taşıyorum.
CHP’nin %20’lerden %30’a çıkmasını istiyordum çünkü bu artışın CHP içinde demokratik argümanları kullanan kesime güç katacağını, bu durumun da, başta anayasanın yeniden yapılması olmak üzere demokratik bir muhalefetin hükümeti de demokratikleşmeye zorlayacağını düşünüyordum.
Kürt sorununun çözümünde mecliste olan bir MHP’yi, meclis dışında kalmış bir MHP’ye her zaman tercih ederim.
BDP destekli bağımsızların artan bir sayı ile mecliste olmalarını, Kürt sorununun çözümünün barışçıl bir mecrada daha bir güçle akmasını istediğimden destekledim.
Elbette ki istenilen ile yaşanılan ayrı şeyler! Yine de bu sonuçların istediklerimden çok farklı olduğunu düşünmüyorum. Biraz CHP’deki cılız da olsa demokratik seslerin boğulacağından kaygılıyım.
Ancak bu seçimlerin harika bir sonucu var ki, o da, vesayet rejiminin bitiş düdüğünü çalmasıdır! İkinci bir harika sonucu da, Erdoğan’ın gönlünde yatan başkanlık sistemi konusunun kapısına şimdilik kilit asılmasıdır!
Bu ülkenin demokratikleşmesi, evrensel değerleri taşıması benim esas ölçütümdür.
Bu yönde adım atan her siyaseti destekliyorum.
Değil %50 oy, %90 oy dahi alan bir partinin ve onun hükümetinin demokrasi karşıtı her eyleminin karşısındayım.
Çoğunluk ayrıdır, çoğulculuk ayrıdır.
Oy çoğunluğuna dayanarak otoriterleşen bir yönetim mi, yoksa oy çoğunluğu olsa bile çoğulculuğu esas alan bir yönetim mi?
Esas olan budur ve bu durumun ne şekilde gelişeceğini göreceğiz!