Savaş ve Kardeşlik Martavalları
Savaş Dilinin Egemen Olduğu Koşullarda, Kardeşlik Martavallarının Anlamı yok
Nurten, Servet Yıldırım'ın yazısına bir bakmamı istemiş. Uzun süredir yazmak istediğim bir yazının farklı bir boyutunu yazmıştı, Servet. Yazı ırkçılık kokuyordu. Ancak yazılanı ve yaşanılana bakınca anlattığı olaya farklı bir bakış açısıyla bakmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.
30 yıldır süren savaş bu topraklarda derinden derine büyük bir düşmanlığı besledi. Bakmayın siz kardeşlik martavallarına. Kimsenin kimseyi kardeş diye gördüğü yok. Söylenen tüm sözler sadece dostlar alış-verişte görsün mahallinde söylenmiş sözler.
Kürtlerin son 30 yılda yaklaşık 40 bin insanını yitirmesini, Türklerin 10 bine yakın insanını yitirmesinin anlamı şu. Yaklaşık 50 bin Türkiye Cumhuriyeti yurttaşını terör saldırılarında kaybettik.
Yaklaşık 400 milyar dolarlık bir kaynağımızı savaşta kullandık. Bu kaynak ekonomide kullanılsaydı ne anlama geleceğini anlamak için Türkiye'nin toplam borcunu göz önünüze getirin.
Savaşa ayırdığımız kaynakla, bugün borçsuz bir ülke ve bütçe fazlası veren bir ülke olurduk. İşsizlikten sağlığa, yoksunluktan eğitime, sosyal güvenliğe kadar tüm kara delikleri kapatmış olur, bugün karşımızda başka bir Türkiye gerçeği ile karşı karşıya kalırdık.
Savaş, karşılıklı olarak milliyetçiliği büyüttü
Kürtlere yönelik, Türkiye'nin aşağı yukarı Güneydoğu dışında büyük bir düşmanlık büyümüş durumda. Irkçılık hat safhada. Ve doğal olarak bu duygu karşı duyguyu büyütüyor. Sonra karşılıklı olarak her iki karşıt-düşmanlık-nefret duygusu birbirini büyütüyor. Sonra hangisinin hangisini büyüttüğünü sormanın bir anlamı kalmıyor.
30 yıllık savaş ve Türk'e Türk propagandası milliyetçilik duygularımızı öne çıkardı. Aynı karşıt duygular ise Kürt milliyetçiliğini büyüttü.
Milliyetçiliğin en sonunda varacağı durak, faşizm. Dünyanın her yerinde böyle, bizde de farklı değil. Ve tüm ülkelerde olduğu gibi, milliyetçilik yeryüzünde ilk çıktığı günden itibaren hakların yedi belası. Her kötülüğün anası.
Milliyetçilik sanki insanlığın oluşumundan itibaren var sanılıyor. Milliyetçilik, burjuvazisin kapitalist üretim biçimin sonucu olarak ortaya çıktı.
Anlayacağınız 300-400 yıllık bir bela. Ve geleceğin dünyasında kaybolup gidecek. Gelirken belalar getiren milliyetçi ideoloji, giderken de yeryüzüne eski yarattığı belaları yeniden ortaya çıkararak gidiyor.
30 yılda faşizm sokağa nüfus etti
Son otuz yılda devlete egemen olan faşizm, sokaklara nüfus etti. O nüfus bugün Silivri'de, başka bir yerde, Karadeniz'de, Orta Anadolu'da, Ege'de, Akdeniz'de, Trakya'da Türk milliyetçiliği olarak ortaya çıkıyor. Kürtlerin yaşadığı bölgelerde de, Kürt milliyetçi duyguları büyüyor.
Faşizm bugün her iki halkın en önemli zihniyeti. Bakmayın siz kardeşlik nakaratlarına, en ufak bir olayda faşizmin dilini her iki tarafta görmek mümkün. Herkes birbirini öldürmeye ve yok etmeye hazır. Her iki tarafın eğitimlileri ve işsizleri lümpen duygularla şiddeti tırmandırmaya hazırlar.
Türklerin polisi, askeri, yargısı, medyası, bürokrasisi, aydınları, cumhuriyetin vazgeçilmez ilkeleri ve dili var.
Kürtlerin ise devletin şiddetine karşı 30 yıldır şiddet uygulayan gerillaları var.
Türkler polisine, askerine ve bulundukları yerlerde kalabalıklarına güveniyor. Kürtler ise dağdaki silahlı gücüne. Şehirlerde ise kendi kalabalıklarına. Birbirlerine benziyorlar.
Yaşanılan her şey son 30 yılın travmasının sonucu
Geçtiğimiz günlerde benimde başıma Silivri'de yaşanan olayın farklı bir biçimi geldi.
Telefonda bir Kürt genç, bizi dağa kaldırmaktan, kendisinin Kürt olduğunu, gelip mekanımızı basmaktan söz ederken de ağza alınmayacak bir yığın küfürü de sıraladı.
Aynı küfürleri bizden yedikten sonra, adresimi, adımı ve soyadımı vererek kendisini beklediğimizi söyledik. En sonunda bizden özür dileyerek telefonunu kapattı.
Tanımadığı birine Kürt olduğundan dolayı, dağa kaldırmaktan söz eden, onu tehdit edebilecek hakkı kendinde gören karşıt bir milliyetçilik bu topraklarda büyüyor.
Bunu görmemek için kör olmak gerekiyor. Ancak bunun yaşanılan horlanmaya, ezilmeye, köylerinin yakılmasına, boşaltılmasına, yargısız infazlara, işkencelere, dilini özgürce konuşamaması, yok sayılmasına bir tepki olduğunu biliyorum.
Bunu bildiğim için yaşanılanları anlayabiliyorum. Yaşanılanları anlamak sorunu çözmüyor. Yaşadığımız son otuz yıllık tramvayı ortadan kaldırmıyor.
Ya hep beraber barışın dilini yada şiddetin dilini büyüteceğiz
Sonuç olarak Kürt sorunu barışçı bir şekilde çözülemediğinde bugünkü derinden derine yaşanan ayrışma ve şiddetin dilinin öne çıkması gelecekte büyük bir felaketi getirecek. Bu felaket yaşadığımız 30 yıllık felakete benzemeyecek. Onun içindir ki, şiddetin dilini kullananlar, onun tırmandıranlar bir kez daha düşünmek zorunda.
Şiddetin dilini büyüten koşulları ya barışın dilini büyüten koşullara dönüştüreceğiz yada hep beraber büyük bir şiddet sarmalına kapılacağız. Başka bir çözüm yok