Savaş Mugalâtası
Değerli dostum Hüseyin Çelik, 'Anketlere göre taban savaş istemiyor' demiş. Akşam gazetesinde 'Sadece AK Parti tabanı değil, bütün Türkiye savaşa karşı' başlığıyla verilen haberröportajda ANAR'dan İbrahim Uslu, 'Türkiye'de savaş yanlılarının oranı yüzde 3-5' diyerek Çelik'i doğruluyor.
'Mugalâta' kelimesinin mânasını genç nesiller anlamayabilirler. 'Demagoji' de denilen mugalâtanın sözlük anlamı, 'yanıltıcı, kandırıcı konuşma' demektir. Türkiye'de son Suriye krizi münasebetiyle yapılan budur. Halka 'Savaş yanlısı mısınız?' diye sorarsanız elbette 'Hayır' cevabını alırsınız. Bunun yerine, 'Suriye'ye misilleme yapılsın mı?' diye sorarsanız aynı oranda olumsuz cevap alır mıydınız?..
Kimse kusura bakmasın ama, biz, elinde gitarı, barış çığlıkları koparan 'savaş aleyhtarı' olmayı ideoloji hâline getirmiş marksist ve liberal bozuntularını çok gördük. Bu tâife iyi ki Çanakkale'de ve Millî Mücadele döneminde yaşamamış. Yoksa çoktan ABD mandasını kabul etmiş zavallı bir ülke hâline gelirdik.
***
Aklını kaybetmemiş bir kişi hiç 'savaş yanlısı' olabilir mi?.. Dostları tenzih ederim ama o şakıyan medya bülbülleri, köşelerinden ahkâm kesen kalemşörler ikide bir 'Savaşa karşıyız' teranesiyle Türkiye'nin millî menfaatlerini hiçe sayarak demagoji yapınca kahroluyorum. Arkadaş, sen savaşa karşısın da ben savaş taraftarı mıyım? 'Seyirci kalmayacağız' diye beyanat veren Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı savaş taraftarı mıdırlar?..
Dış politikada riski göze almazsanız ve savunma gücünüzü diplomasinin arkasına koymazsanız, 'Biz küresel güç olduk, Orta Doğu bizden sorulur' diyemezsiniz.
2003'te Irak krizinde, yanlış ideolojik varsayımlarla yanlış kararlar almasaydınız, hem 1 milyondan fazla kardeşimizin katline seyirci kalmaz hem de terör faciasını kökünden hallederdiniz. O sırada da 'barış çığırtkanlığı' yapanlar kına yaksınlar...
***
1987'deki Ege Krizi esnasında, blöfçü Papandreu'yu tam da burnundan yakalamışken, bypass ameliyatı geçiren ve ABD'de bulunan merhum Özal, zamanın Genelkurmay Genel Sekreteri'nin haşin beyanatı üzerine beni aradı ve geriye çekilmemizi istedi. O zaman, Devlet Bakanı ve Dışişleri Bakan Vekili sıfatıyla 'Kriz Masası Başkanı' olarak bulunuyordum. 'Hora' gemisinin petrol aramasına karşı Papandreu'nun 'Vururuz!' tehdidine mâruz kalmış ve Yunanistan'ın blöfünü görmüştük. Yurt dışında bulunması ve yanındakilerin yanıltmasıyla Özal, İngiltere'ye geçerek erken bir açıklama yaptı. Sonuç olarak, Yunanistan'ı Ege'de köşeye sıkıştırmışken elimizden kaçırdık... Halbuki Kriz'in sonunda savaş çıkmayacak ve Yunanistan'la kıta sahanlığı konusunda anlaşma fırsatını elde edecektik.
Yurda döndükten sonra Özal ile bir müddet görüşmedim. Bir hafta sonra beni Başbakanlık Konutu'na çağırarak 'Sen haklıymışsın, erken davranmışız, senin istediğin gibi 1 gün daha beklemeliymişiz' diye gönlümü almıştı.
***
Son Suriye Krizi'nde yapılması gereken 'savaş' değil, 'misilleme' idi ve asla savaşla neticelenmezdi. Kriz gecesi alınacak kararla, en azından uçaksavar bataryaları ve füze rampaları vurulmalıydı. Suriye'nin Türkiye ile savaşmayı göze alması hiçbir şekilde mümkün değildir.
Türkiye, son krizde uluslararası hava sahasında resmen saldırıya uğramış ve bu saldırı Suriye yönetimi tarafından ikrar edilmiştir. Şu âna kadar bu düşmanca saldırıya da gerekli cevap verilebilmiş değildir.
Bazen düşünüyorum da 'barış'ı temel doktrin hâline getirmiş bir Türkiye'nin 1 milyonluk ordu beslemesini de garipsiyorum. Madem ki hiçbir şart altında kullanmayacağız, lağvedelim gitsin... Hem bir takım darbecilerin müdahalesinden de kurtulmuş oluruz.