Sanayide Ne Durumdayız?..
Değerli dostlar;
Son aylarda ülkemizde ekonomiden siyasete, kültürden sosyal sorunlara kadar büyük bir “umutsuzluk” dalgası egemen olmuştur.
Biz, elbette her çeşit güncel sorunları izleyeceğiz, gerekli önerilerimizi yapacağız, ama; ülkemizin ve toplumun geleceği olan bilim, sanayi ve teknoloji konularını da, gündemin hep baş konusu yapacağız.
Önce güncel olanlara, sonra da temeldeki konularımıza değinelim;
Doların fiyatı 3 TL’yi aştı.
Bir ekonominin en önemli “makroekonomik” fiyatlarından bir tanesi hiç kuşkusuz döviz kurudur.
Öncelikle 2003’ten başlarsak, doların yıl başındaki değerinin 1.66 TL olduğunu anımsıyoruz. 2003’ten sonra küresel krizin başladığı 2008’e kadar dolar kuru 1.23TL’ye gerilemiştir.
Bu “ucuzlamanın” ardında yatan en önemli unsur söz konusu dönemde küresel piyasalarda yaşanan dolar bolluğudur.
ABD’nin, özellikle Çin ile ticaretinde verdiği açıkları kapatmak için piyasalara sunduğu dolarlar, yüksek reel faiz politikası aracılığıyla sıcak para akımlarını Türkiye’ye çekmiştir.
Böylelikle izlenen “yüksek faiz – düşük kur” sayesinde bir yandan ithal malların fiyatları ucuzlamış ve enflasyon gerilemiş, bir yandan da dolar cinsinden hesaplanan “kişi başına milli gelir” yapay olarak daha yüksek gözükmüştür.
Ancak bu büyümenin reel ekonomiye olan maliyetleri, ithalat baskısı ile rekabet edemeyen sanayinin gerilemesi ve milli gelir içindeki payının yüzde 20’lerden 2008’de yüzde 16’ya, 2014 sonunda ise yüzde 15.5’e düşmesi ve artan işsizlik olarak yaşanmasıdır.
Düşük kur, aslında en tahripkâr ithalat biçimi olan ara malı ve yatırım malları ithalatını körükleyerek ulusal ekonominin dikey bağlantılarını kopartmakta ve aşırı ithalat bağımlılığı yaratmakta idi. Böylelikle milli gelir içerisinde daralan sanayi sektörünün istihdam yaratma kapasitesi de gerilemekte ve işsizlik yapısal bir görünüm kazanmaktadır..
Bugün dövizin yüksek tempoda pahalılaşmasını ise, 2003 sonrası izlenen yüksek faize dayalı, spekülatif-yönlü taşeronlaştırıcı ekonomi modelinin doğrudan ve kaçınılmaz sonucu olarak düşünmekteyiz.
Bütün bunların yanına bir de siyasi belirsizliklerin getirdiği yüksek risk primi ve döviz kurunun aşırı oynaklığı da eklenince, ortaya yüksek enflasyon, yüksek işsizlik, sanayisizleşme ve durgunluğu bir arada yaşayan bir ekonomi görünümü çıkıyor.
Bu sonuçları bazı akademik yayınlar da doğrulamaktadır.
Yeni yayımlanan, OECD’ nin Bilim, Teknoloji ve Sanayinin Görünümü 2014 Raporu’na dayanılarak TİSK bir rapor hazırlamıştır.
TİSK İşveren Dergisi, Ağustos 2015 Sayısında yer alan görüşe göre;
“...Türkiye’nin bilim, teknoloji, sanayi ve beceriler alanlarındaki küresel pozisyonunun zayıf olduğuna, ulusal hedefler ile mevcut durum arasında büyük mesafe bulunduğuna değinilerek, ülkemizin sıçrama yapması gerektiği” ifade edilmiştir.(a.g.k.s;35)
Yine TİSK Raporunda; “...ülkemizin biyo, nano gibi yeni teknoljilerle, bilgi-iletişim ve çevre teknolojilerinde OECD, AB ve BRICS kapsamındaki 31 ülke karşısında hiçbir avantajının olmadığı...” bilgisi yer almıştır.(.a.g.k. s;35)
Sevgili Dostlar;
Şimdi şu Raporlara bakınca, Dünya nelerle uğraşmakta iken, bizler hangi konularla zaman öldürmekteyiz.
İşin bir de tarihsel ve edebi yanına bakarsak, esasta; zamanı kimsenin öldüremediğini ve “zaman” denilen bu sonsuz döngünün herkesi nasıl “toz ettiğini” de insanlık tarihinden bilmekteyiz.
İyisi mi biz yine, bilimin ve sanatın iplerine sımsıkı yapışalım, zaman bizi “yok etmeden”, Büyük İnsanlık Yürüyüşüne bir damlacık da olsa katkı yapalım..