Geçen haftaki yazımızda, ekonomide durgunluk, işsizlik ve enflasyonun birlikte yaşanmaya başlandığını ifade etmiştik.
Sanayi Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Sayın Şenol Aydın Bey’in yazılarından birinde
de(21 Eylül-4 Ekim); “Sanayinin çarkları durdu, duruyor” uyarısı vardı. “Üreten Türkiye’nin en kayıp yılı” diyor, yazar. Biz ise “Üretken bir Türkiye” hedefliyoruz, yazı ve çalışmalarımızda hep…
Temmuz ayı sanayi üretim endeksi verilerine göre, Türkiye’nin sanayi üretimi yüzde 1,5 azaldı. En yüksek düşüş yüzde 11,3 ile dayanıklı tüketim malı imalatında gerçekleşti. Ekonomideki durgunluk Temmuz ayı verileriyle bir kez daha ortaya çıktı.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı Temmuz ayına ilişkin sanayi üretim endeksi verilerine göre, mevsim ve takvim etkilerinden arındırılmış sanayi üretimi bir önceki aya göre yüzde 1,5 azaldı. Mevsim ve takvim etkisinden arındırılmış ana sanayi grupları (MIGs) sınıflamasına göre, 2015 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre en yüksek düşüş yüzde 11,3 ile dayanıklı tüketim malı imalatında gerçekleşti. İmalat Sanayi alt sektörleri incelendiğinde, 2015 yılı Temmuz ayında bir önceki aya göre en yüksek düşüş yüzde 24,9 ile bilgisayarların, elektronik ve optik ürünlerin imalatında gerçekleşti. Bu düşüşü, yüzde 13,2 ile elektrikli teçhizat imalatı ve yüzde 8,8 ile tütün ürünleri imalatı takip etti.
Değerli dostlarım;
Bizim ekonomi niçin ikide bir çıkmaza girer?
İşsizlik, enflasyon, gelir düşüklüğü, üretim düşüklüğü, verimsizlik gibi temel yapısal sorunlar neden hep birlikte yaşanır ve bir türlü çözüm bulunamaz?
Bunun kanımca iki temel faktörü vardır; Biri tarihsel, diğeri de toplumsal.
Şimdi açalım bunları..
Tarihsel deyince, elbette bu topraklardan gelip-geçen politik ve ekonomik yapıları-devletleri- üretim ilişkilerini-sınıfları incelemeliyiz. Batı niçin sanayi devrimi yaptı, biz niçin bunun uzağında kaldık, kapitalizm dünyada gelişirken Anadolu’da hangi sistemsel çarpıklıklar oluştu, gibi onlarca ağır soruların içinden geçebilmeliyiz. Elbette bu soru ve sorunlar bir köşe yazısıyla yanıtlanamaz.
Bir-iki örnekle konuyu özetleyeyim;
Sadri Ertem’in (1903-1943) Çıkrıklar Durunca isimli romanı(1931) edebiyatımızda toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yazılmış ilk romandır. Bu bağlamda tezli bir eserdir. Çıkrıklar Durunca; hem ekonomi-politik hem sömüren-sömürülen bağlamında Osmanlı devletinin sosyal düzeninin gerçekçi bir eleştirisidir.
Roman bu bağlamda çok katmanlı bir okumaya ihtiyaç göstermektedir. Çıkrıklar Osmanlının ekonomik gücünü temsil eder. Çıkrıklar durunca Osmanlı Devleti'nde üretim de durur. Dışarıya bağımlı bir ithalat rejimine tutsak olan yönetim, sık sık borçlanmak zorunda kalır. İşte Çıkrıklar Durunca romanı, Osmanlı devletinin çöküşünü daha gerçekçi bir noktadan irdeleyen bir eserdir.
Yerli üretim yapan çıkrıklar ucuz Avrupa malları karşısında durdurulmuştur.
Ekonomisi, üretimi olmayan bir devlet ayakta kalamaz.
Yazar bu eserinde okurları, askeri başarılara bağlı bir tarih tezinin karşısına ekonomi politiği çıkararak roman kanalıyla yeni bir tarih okumasına davet etmektedir.
Bugün ise bizim sanayimiz son yıllarda uygulanan “kur-faiz-tüketim ve ithalat” politikalarıyla dışa bağımlı, düşük-orta teknoloji ekseninde bir yapıya sürüklenmiştir.
İkinci örnek, İlhan Tarus’un(1907-1967) Duru Göl (1961) isimli belgesel romanıdır.
Farklı konularda metinler oluşturan İlhan Tarus’un dünyasında Duru Göl’ün ayrı bir yeri vardır. Bir proje-roman diyebileceğimiz eser, yazarın daha önce incelediği Elazığ’daki Uluova’nın sulanmasına dair teknik verilerin sanatsal yansımasıdır. Eser, tematik başarısının ötesinde 1960’lı yıllara dair bu parlak fikriyle daha önemli bir yapı sergiler.
Duru Göl, Doğu Anadolu’nun ekonomik kalkınması adına yazılmış bir tasarım romandır. Bu açıdan da hem sosyal yapıya hem ekonomik kalkınmaya dair yeni fikirlerin aktarıldığı sosyal bir yaşam projesinin romana geçmiş biçimidir. Yazar bu eserinde Doğu Anadolu’ya bir “kalkınma ve gelişme” kurgusu içinde bakmaktadır.
İşte biz bugünkü yapılarımıza-sorunlarımıza bu romanlarda da dile getirildiği gibi, tarihsel bir kalkınma ve gelişme bütünselliği içinden bakıp gerekli politikaları üretebilseydik, romanlarda da işaret edildiği gibi, gerçek bir toplumsal kalkınmanın önündeki engelleri aşabilecek olan siyasal yapıları-iktidarları oluşturabilseydik, bugünkü ekonomi-politik sorunlarımızla bu kadar boğuşmazdık.
“Bizim ekonomi niçin çıkmazdadır”, sorusuna yeniden dönelim ve tarihsel nedenden sonra toplumsal faktörü açıklayalım. Toplumsal yapı deyince; sınıflar, değerler, kültür, kurumlar, yaşam tarzları gibi çok sayıda süreç, unsur anlaşılır.
Kuruluş ilkelerimiz sağlam olmasına karşın, tam anlamıyla “laik-demokratik-sosyal bir hukuk devleti ve toplumu” oluşturamadık. Bu da çok derin araştırılması gereken bir konudur. Bilgi ve sevgi temelli bir toplum olamadık.
Toparlarsak, yazının başlığı; sanayide niye geriledik demiştik, tarihsel ve toplumsal yapıya bağladık, elbette bunlar derindeki nedenlerdir. Bugünkü sosyo-ekonomik sorunlarımızı konuşurken, tarihe, edebiyata, iktisat tarihine uzanmak kalıcı çözümleri bulmamıza yardımcı olacaktır.