Sakıncalı Düşünceler Edebiyatı!
Sakıncalı konuşmaların sonunu getiremez insan. Beni, seni, bazılarını hep olur olmaz bir yolun nereye ve neye varacağı bilinmeyen düşlerinde, sakıncalı cümlelerle yaşar, yaşatır ve yaşlandırır. Bir nehir gibi akar, götürür gideceğini bilmediği yerlere. Ve bir gün hasret yazılır yollara.
“Bir demlik aşk demledim
Bardağımda sızı var, içmek isteyen birkaç kişi
Bir yudumluk a-ş-k niyetine secdeye
Zamanı demleyerek gidiyor… Çizgiler verir daimi yol izlerini yolluk niyetine, hatıralarında saklasın diye. Beyninin kemerinin kopuşuyla fırlayan hücre boyu kelimelere yetişememek tasasıyla, aklını saklayan biri olur çıkar korkaklığıyla. Özgürlüğe tutsak ettiği bedenini ayrıştıramaz esaretin ellerinden.
Şehrin yakamoz tüten gecelerinde, çeker bir nefeslik eksoz dumanını sigara niyetine. Sokağın karanlığa inat kalabalığından garip iniltiler ulaşır gezindiği kaldırımlara. Topuklu ayakkabı sesinin kulakları tırmalayan tak tak sesiyle kendine çekilir ve istem dışı bir hareketle dayar kulağını taşların üzerine dinler koskoca şehrin yalnızlığını bozan topuklu ayakkabı seslerini tak, tak, tak,,,,
“Ağlar divane ve çaresiz şehir
tül çeker gözler, mil çektirir retinasına
Renksiz ve ahenksiz.
Vurun artık kederlerimi ve elemlerimi
Ben hüzünlerin şairiyim
kırın parmaklarımın ucundaki kelimelerimi
ağlamasın ve yanmasın diye… Ve gece 00’dan sonra başlayan telâşe karşında izlemeye devam eder, insanların vurdumduymaz hallerini, hayata akışlarını ve anlamsızca attıkları çığlıklarını. Darmadağınık yaslanışların içinde dağılır gider hayallerinin peşine. Bir çocuk titreyişiyle geceyi ikiye böler tutanağı olmayan feryat figan kahkahaların içinde kendini bir kez daha yabancı, bir kez daha sahipsiz hisseder ve firar eder;
Oralardan,
Şuralardan,
Buralardan.. Sevgi kanat çırptıkça bitmeyen koşturma-canın yükü ağırlaştıkça kanatlarını kaldıramaz ve taşıyamaz yükünü kalbinin sırtında. Ağrır bacaklarının can damarları, yürüyemez tosbağalar güler haline. Sakıncalı düşüncelerin iç dünyasına kattıklarıyla tıkılır kalır gönül sayfalarına. Kahırlanan incecik gül kokulu sözlerin hıçkırdığını duyarak uzatır ellerini hikâyelerin bitmeyecek sanılan sonuna.
Fermanlar yazılır ve kararlar verilir kanadı kırık sözlere. Acımasız bir şarkı çınlar kulaklarda bitmeksizin. Bir can gitti gidiyor toprağa gözü kaymış. Hayatın tansiyonu düşer bu şehrin karanlık gecelerine. Bir yasak gezer karanlığın kapı aralıklarında. Sözlerdeki nefesin zincirleri çözülür, salar kendini kaybedilmişliğin uçurumlarına.
Ne garip bir isteyiş,
Ne sitem ne direniş
Ne figan ne de gülüş
İlahi bir titreyiş… Keşkeleri arsız arsız bekleyiş… Bir mektup bir günde bir geceye sığınarak, yazılır beklemeksizin. Sakıncalı düşüncelerin yürümek istediği yere yönelerek. Ne batıdır ne doğu, ne kuzeydir ne güney. Sadece ve yalnızca sakıncalıdır gittiği yerler. Soluklandığı her anını bir solukta yırtarcasına bırakır kendini ayaz düşmüş kaldırım taşlarına. Nefesini bir kerecik olsun, sakıncalı almak ve vermek ister. Bir kere olsun yanıldığını halde, bile bile yanıldıklarını yapmak ister.
İlahi vurgunlarla yüreğini sınıyor.
Devşirmeden kalemimi geceyi ben yakaladım
Sakıncalı duvar yazılarına gece çöktü amansızca
Ve kaçış firarda, firarda a-ş-ka sığındı
Hayatın tansiyonu düştü, titriyor her saniye
Sözler sakıncalara gizlendi….
"Şehrin yakamoz tüten gecelerinde çeker bir nefeslik eksoz dumanını sigara niyetine."
Evet bir ressam olarak bubu yorumlamak insanı ayrıca yoruyor.. yazıya teşekkürler..
Ressam Ahmet Osman Öztürk
Aralık 22nd, 2010 at 20:39