Sakarya’ya Kadar Geri Çekildik
Savaşların bir strateji meselesi olduğunu söylemeye gerek yok. Tarih okuyan herkes, stratejiler konusunda, istemese de birçok bilgi edinir.
Kurtuluş Savaşında milli mücadele ordumuz, Sakarya’ya kadar çarpışarak geri çekilmişti. Hatta bu geri çekilme, iç cephede büyük kaygılar yaratmış, Mustafa Kemal’i eleştirenlere de, bu fırsatı iyi değerlendirmişlerdi.
Savaşlarda geri çekilme, eğer strateji gereği ise, anlaşılabilir. Yeniden, başka bir mevzide savunma yapmak için geri çekinilebilir. Buna stratejik geri çekilme diyebiliriz.
Bir de çarpışmadan, herhangi bir amaç olmadan geri çekilme vardır. Buna belki de kaçmak denebilir.
Kaçarak geri çekilmeye örnek de, Osmanlı Ordusunun Güney Cephesinden, Gazza’den Şam’a kadar çekilişidir.
Sürekli savunma yapmak ve sonunda kaçmak varlık yitimidir.
Hiçbir ordu ila-nihaiye savunma yaparak, varlığını sürdüremez. Sonunda bir taarruz barındırmayan, geri çekilmeler varlık yitimi ile son bulur.
Atlantik ötesinin, iç işbirlikçilerin ve bazı resmi kurumların Orduya yaptıkları saldırı artık “yıpratma sözcüğü” ile karşılanamaz.
Kurum topyekûn saldırı altındadır. Ergenekon Tertibi üzerinden, orduya havan topları atılmakta, milli kuvvetler içinden kişiler rehin alınmaktadır.
Karşı tarafın stratejik ana noktası,” cunta suçlamasıdır”. Ordu bir terör örgütü gibi konulmakta, gayri meşru ilan edilmektedir.
Bunun demokrasi, hukuk gibi konular ile ilgisi yoktur.
Bir başka devletin projesinde görevli Eş Başkan, ordudan esir alınacak komutanları, kamuya açık çağrılar ile teslim olmalarını istemektedir.
Milli kuvvetler, eğer şunu bekliyorlar ise, yanlış bir strateji içindedirler.
Halk muhalefeti öyle bir yükselecek ve iktidara dalga dalga çarpacak ki, iktidar bu gayri kanuni saldırıları durduracak.
Milli kuvvetlerin NATO içinde kalarak, stratejisiz kaldığı gibi, muhalefette AB’ye tam üyelik hedefi içinde kalmıştır.
Halka önderlik etmek yerine, sözlü muhalefet yaparak(sözün bittiği yerdeyiz) düzen içinde çare aramaktadır.
Düzen içinde kalarak, düzenin mantığında hareket ederek alınacak her yol, dışarıdan Türkiye’ye saldıranların işine gelmektedir.
Sonunda, Türkiyeci güçler savunmada kalmaktadır.
İlânihaye savunma yok olmadır. Bu gün irtica ile mücadele edemez konuma düşürülen milli kuvvetler, yarın bölünme ile ilgili saldırılar karşısında, ülkeyi savunamaz duruma düşecektir.
Milli kuvvetlerden istenen, sadece, ama sadece Anayasa’da belirtilen görevlerini yapmalarıdır.