Şair ve Garnitür
Kürsüye önce vali, kaymakam, belediye başkanı, bölge komutanı, organizatör kişi çıkar, dinleyiciler bayılma durumuna gelirken söz şiir erbabına düşer… Söz, düşer…
Bugün şiire ve şaire ayrılan mevki, garnitür mevkiidir.
Hatta bazı kere sos niyetine muamele olunmaktadır diyebilirim… Yani ana yemeğin yanında sunulan Fesleğenli Kabak Sote, Paspas Patates, Domates Provansal ya da Beşamel Sos, Çilekli Sos konumu takdir edilmektedir şaire ve şiire… Hamburger üstüne ketçap ve mayonez niyetine sıkanlar da mevcuttur… Yayıncı patronların mükellef sofrasında ise şiir müstekreh bir nesnedir, kokusuna bile tahammülleri yoktur… Bir avuç yemek müptelası ahçının (evet ah’çı) yaptığı yemekleri birbirine ikram edip memnun (sevindirik mi desem) olması gibi bir hal arzediyor şairlerin manzarası…
İyi güzel de, günümüzde şiir adına kotarılan nesnelerin ve dahi bunların şairi olan biraderlerin hiç mi suçu yok? Bu soruyu sorunca nedense, modern şiirin karakterini veciz bir şekilde resmetmesi bakımından bilindik Bektaşi fıkrası aklıma geliyor: Bakmışlar ki bizim Bektaşi abdest mabdest almadan namaz kılıyor. Şaşkın bir vaziyette soruyorlar: ‘Yahu hiç abdest almadan namaz olur mu?’ Cevap gayet pişkince: ‘Ben kıldım oldu…’
Modern şiirin ‘Ben kıldım oldu’cu bir yanı vardır. Tüm bağlayıcı bendlerini, veznini, kaidesini, usta çırak ilişkisini, bir geleneği tevarüs etmenin getirdiği zevk-i selimi, kısacası şirazesini yitiren eski şiir bir kaosa doğru yelken açmıştır. Yaklaşık yüzyıllık macerasında önce insanın ruhsal dinamiklerinin şirazesi dağılmış, estetik zevke sahip insan şizofrenik bir dünya algısına mahkum edildiği için şizofrenik bir dili konuşur hale gelmiştir. Tüm bunlara bir de varoluşsal boşluğun getirdiği dadaist, anarşist, absürdist akımlar eklenince şiir hepten ipten kazıktan çıkmıştır. Bu nedenle kendini yine kendinin ustası belleyen, tüm ölçüleri kendinden menkul, kendi söylediklerini merkez diğerlerinin çevre bilen bir şair egoizmi dört bir yanı sarmıştır. İşte bu nedenle günümüz napuhte (yeniyetme diyelim) şair aday adayına soruyorsun, ‘Yahu yapma etme böyle de şiir olur mu?’ (Sen de kim oluyorsun dercesine müstehzi bir bakıştan sonra) cevap gayet pişkince: ‘Ben yazdım oldu…’
Şair ve şiir, merkezini yitirdiği için bir garnitür ya da sos durumuna düşmüştür. Şiirin bir ucu pergelin sabit ucu gibi Gelenekte, diğer ucu da sonuna kadar açılmış bir şekilde olması gerekirken, sabit uç yuvasından çıkmış ve pergelin garip şekiller çizmesine neden olmuştur. Şiirin ucubeleşen, garipleşen, müptezelleşen, ‘Ben yaptım oldu’cu tavrını fark eden halk muhayyilesi (maşeri vicdan) önceden birinci mevki yolculuklar yapan şaire ikinci mevkide tavukların, koyunların, keçilerin arasında bir yer vermiştir.
Daha evvel de yazdığım gibi şiirle uğraşan belli başlı üç grup vardır: Şair, müteşair (şair pozuna giren), şiirci (şiir alıp satan bezirgan). Ortalıkta ziyadesiyle dolaşan müteşair ve şiircilerin pes ve detone çirkin sesleri ortalığı kaplamakta, büyük kalabalıklar da bunların ırlamalarını hakiki musiki sanıp habire ezber edip söylemektedir. Müteşair ve şiircilerin işi ticarete dökmüş olmaları, seslerinin mikrofonik imkanlarla daha çok çıkıyor olması, filizlenme ihtimali olan has şiiri örselemekte ve üstüne bir kabus gibi çökmektedir.
Küçük bir şehrimize bir konferans için davet edildiğimde oradaki dostlar anlatmışlardı. Şehre dünyanın en meşhur teorik fizikçilerinden biri getirilmiş ve tahmin edildiği gibi kendisi sağdan soldan rica minnet toplanan otuz kişilik bir gruba hitap etmiş. Aynı şehre bir hafta sonra günümüz dandik, abidik gubidik çığırıcı karılarından (ben onlara şarkıcı bile diyemiyorum, zira şarkı, şarka mahsus müstesna bir musiki türüdür) biri gelmiş ve yer yerinden oynamış. Tam on beş bin kişilik bir topluluk yeri göğü doldurmuş. Halk dediğimiz o mahut topluluğun zevki de, ilgisi, de talebi de, beğenisi de bu düzeydedir. Sözümona bu düzey her şeyin önemini ve konumunu tayin etmektedir, şiirler ve şairler de bundan fazlasıyla nasibini almaktadır. Bu da başka bir mesele…
Son on yılda daha sık yapılır hale gelen şiir geceleri, şiir akşamları, dinleti seansları vs. için de manzara çoğu kere aynı minval üzeredir. Günümüz şairi adeta, politikacının, organizatörün, başkanların eline bakar, lütfunu umar duruma getirildiği için hadise daha bir iç kanatıcıdır. Çünkü şiirin geneldeki puan kaybından dolayı zaten bu tür organizasyonlara bir ekstra gözüyle bakılmakta ve mümkün olduğunca şiiri bir şeylere alet etmenin yolu olarak yaklaşılmaktadır. Geçimin bir dert haline dönüştüğü günümüzde bu dertten nasibini fazlasıyla alan şiir emektarları, ekonomik saiklerle de bir gecenin süsü, garnitürü, sosu olmaya mecburen razı olabilmektedir. Nitekim, kürsüye önce vali, kaymakam, belediye başkanı, bölge komutanı, organizatör kişi çıkar, dinleyiciler bayılma durumuna gelirken söz şiir erbabına düşer… Söz, düşer…