Şahit Ülke Bosna’dan Gelen, “Anekdotlar”
15 yıl boyunca dinmeyen bir acının hikâyesini bilmem kaç kelime ile anlatmaya cüret edecek değilim. Yâda tecavüzleri, ailesinin tamamı gözünün önünde katledilen gözü yaşlı anneleri, katledilip parçalanarak farklı bölgelerde ki toplu mezarlara gömülen günahsız bedenleri aciz birkaç cümle ile ifade etme teşebbüsüm olmayacak.
Yardım eli derneğinin Kurban organizasyonuyla geldiğim bu ülkenin silinmesi mümkün olmayan yaralarına merhem aramaya çalışmak, bölgeye dikkat çekmek niyetindeyim sadece.
Ülkede adı barış olan bir durum söz konusu. Evet, bu farkındalıkla başlıyorum cümlelerime. Sekiz ayda bir cumhurbaşkanı değişen üçlü bir federasyondan bahsediyoruz. Yıkılan camilerin ve evleri duvarlarında ki top mermilerinin tarihe tanıklık edercesine günümüze kadar muhafaza edildiği bir ülke. Okunan her Ezana muhalefet edercesine çalınan kilise çanları pek hoş görülecek gibi değil. Savaş zamanında olduğu gibi savaş sonrasında da çok ama çok İhmal edilmiş bir bölge Bosna. Okul, sağlık, geçim, dul ve yetimler her şey sorun. Ama buna rağmen çığlık kokan sokaklar hayatta kalma mücadelesiyle dolu Srebrenica da, Visoko da, Gorajde de ve Mostar da…
Bayram namazından sonra Bayram mübarek ola dediğimiz bir amca ağlayarak 400 yıl burada kaldınız sonra bizleri burada çaresiz bırakıp gittiniz dediğinde işte geldik Halil amca deyice, gözlerinde ki tebessüm ve yüreğinde ki heyecan görülmeye değerdi. Binlerce anne ailesinin tamamını kaybettiği için hiçbir yaşama nedenine sığınmadan ölümü beklemek diye isimlendiriyorlar yaşadıkları hayatı. Otobüs durağında her sabah tecavüzcüsüyle aynı otobüse binmek zorunda olan Müslima Hanım bunun adı sabır değil demekten başka bir şey diyemiyor kelimeler gözyaşlarına bir ok gibi saplanırken. Bugün yirmili yaşlarına gelen katliam şahidi yetim çocukların gözlerinde ki öfkenin nedenini sorgulama hakkını kendinde bulabilecek birinin varlığından söz edilebilir mi acaba? Aylık 150- 200 tl ye bütün temel ihtiyaçlarını karşılayabilecek yüzlerce ailenin varlığıyla, zihnimde soru işaretleriyle dolan yaşam standartlarımızdan birilerinin bir şekilde bahsetmesi gerektiği hissi ağır bir vebal gibi sırtıma yükledi bu seyahatimde. Srebrenica nın dağ köylerinde atlardan başka oyuncağı olmayan çocukları ve paranın kullanılmadığı, insanların değiş tokuşla hayata devam ettikleri köyleri unutmak pek kolay olmayacak bizim için. Kurbanların kesimi ve dağıtımı sırasında şahid olduğumuz en önemli konu ihtiyaç sahibi insanların yüzlerinde ki tebessümün nedeninin 5 kg lık et poşetleri değil, Türkiye deki kardeşleri tarafından hatırlanmaları olduğu gerçeği. Bu gerçek bizi, nasıl bir hayat karmaşası içinde, kimleri neden unuttuğumuz yada ikinci plana attığımız sorusuna bir cevap aramaya yöneltti. Bölgede Türkiye den geldik dediğimiz de insanların gözlerinde ki ışık görülmeye değer bir durumdu. Çocuklara balon, şekerleme, oyuncak vs dağıtırken daha önce verdiğimiz bir çocuğa tekrar uzattığımızda ben aldım ama orada ki çocuk almadı deyince aklıma yurdun çeşitli yerlerinde ki izdihamlar geldi.
Anaokulları, müzik okulları, görme engelliler okulu, Türk Üniversiteleri, yetimhaneler vs… ziyaret ettiğimiz başlıca kurumlar. Ama her şey öylesine eksik öylesine tuhaf ki ekonomik sıkıntılar yüzünden bir çok aile çocuklarını okutamıyor. Visoko da ki müzik okulunda ki çocuklar bizi Yunus un gel gör beni aşk neyledisiyle karşılayınca gözlerimiz doldu. Onlara bağlama sözü verdik, Ekibimize Kayseri den katılan sevgili Recep Taş bey, Mehmet bey ve Kemal beylerle omuz omuza vererek burada bir yardım seferberliği başlatma kararı aldık. Ve bu sorumluluğu bu yazı ile siz değerli okuyuculara da aktarmış oldum.
Savaş sonrası bölgede bahsettiğim ailelere yönelik hiçbir kalıcı çalışmanın olmaması Avrupa’nın göbeğinde Müslüman bir devlet istemeyen haçlı zihniyetinin ekmeğine yağ sürmekten başka bir şey olmasa gerek. Bir TV kanalının Srebrenica için çekip yayınlamaya cesaret edemediği bir belgeselde bölgede ki barış gücü komutanı bir kelimeyle özetliyordu savaşın nedenini ‘’ bizim otuz askerimiz otuz bin müslümandan daha önemlidir’’ diyordu bu komutan. Sırplar katlettikleri insanları toplu mezarlara gömdükten sonra sonunda Türklerden intikamımızı aldık diyorlardı Srebrenica sokaklarında. Bugün bölgede yaşanılan psikolojik incinme tarif edilebilir cinsten değil.
Sokakları buram buram İslam kültürüyle donatılmış şehirlerde Osmanlıya olan hürmeti görmemek körlük olur. İstanbul’dan geldiğimizi öğrenen Bosnalıların bize sarılışlarında ki samimiyet bizlere milletimiz adına burada bir şeyler yapma sorumluluğunu yüklüyor. Bütün evlatlarımı kaybettim, kocamı gözlerimin önünde öldürdüler diyen Fatima annemize bizler senin evlatlarınız 4 evladını kaybettin ama onlarca evlat sahibi oldun deyince gözlerinden oluk oluk akan yaşlara yüklediği anlamı tarif edebilmek için yaşanması gereken acılara ne kadar talip olabileceğimiz gerçeğiyle yüzleştik hepimiz. Kendilerine uzatılan oyuncaklara benim oyuncağım var ama orada ki çocuğun yok diyebilecek kadar asil çocukların bakışlarına bir umut sunabilmek adına, susturulmaya çalışılan ezanların susmaması adına, Bosna’nın Gazze,Pakistan ya da bilmem neresi kadar önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.Yıkılan bina tamir edilir, yakılan evin yerine yenisi yapılabilir ama zihinlere kurşundan ve acıdan harflerle kazınmış bir katliamın izlerini silmek için sevgi ve merhamet gerektiğini hepimiz biliyoruz.Yıllarca baskıcı rejimler altında İslam dan uzaklaştırılmaya çalışılan , ölüm makinesi Sırpların ve Hırvatların eline BM tarafından teslim edilen bir toplumun vermiş olduğu onurlu mücadelenin hatırı için şapkalarımızı önümüze koyarak yapılabilecek şeyleri yapmamız gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü günü geldiğinde hepimizin verilebilecek bir hesabı olmalı…