Sahi Biz İstiyoruz!
HAYATTAN KARELER: ASLINDA BİZ KİMİ ÖZLÜYORUZ ?
Birinci kare:
Adam evdedir, yalnızdır ve mutsuzdur. Koltuğunda oturmaktadır ve zihninden bir arabasının olduğunu, uzun bir yolda saçları savrula savrula müzik dinleyerek ilerlediğini hayal etmektedir.
İkinci kare:
Adam arabanın içinde müzik dinleyerek yolda ilerlemektedir. Ama yine mutsuzdur. Yalnızdır, hüzünlüdür. Dudakları aşağıya doğru eğilmiştir. Ve yanında sevdiği bir kadın ve arkada oturan çocuklar hayal etmektedir.
Üçüncü kare:
Adam evlenmiştir. Artık yalnız değildir. Arabada uzun bir yolda müzik dinleyerek gitmektedir. Yanında da eşi ve arkada oturan çocukları vardır. Ama adam yine mutsuzdur. Yüzü düşmüştür. Hayalinde evde olmayı, koltukta tek başına oturarak uyuklamayı hayal etmektedir.
Dördüncü kare:
Adam evdedir, yalnızdır ve yine mutsuzdur! Hayalinde bir…
İşte bizim hikâyemiz…
Şimdide olmanın, şimdinin getirdiklerine odaklanmayarak hep vehimlerin peşinden sürüklenmenin küçücük bir resmi yalnızca.
Hep ulaşmadığını değerli gören, ulaştığında ise bir başka şeyin peşine düşen, başarılarının ve ulaştıklarının şükrünü yapmayan günümüz insanı, tatminsiz bir yaşamı sürdürmeye çalışıyor.
İnsan bu dünya için yaratılmadığından bir türlü dünyanın verdiklerine de kanaat edemiyor. Önce kendisine göre mutlu olacağını vehmettiği bir şey kurguluyor, sonra ona ulaşmak için ne gerekiyorsa yapıyor. Ulaştığında ise sanki onca emeği göstermemiş, günlerce istememiş gibi davranıp bir anda değersizleştiriyor ulaştığı her şeyi.
Tam da şükür zamanı gelmişken, bir başka peşinden koşulacak “sevgili” buluyor kendisine. Hedeflediği şeye ulaşmasını engelleyecek onca şeye rağmen ulaşabilmiş olması, ulaştığı şeyi değerli kılacakken, bir anda değersizleştiriyor.
Nereden geldiğini ve neden burada olduğunu unutan insan, kendisine verilmiş olana, kendi çabası sonucu ulaştığını düşünmeye başladığında anlamını kaybediyor hayalini kurduğu şey…
“Evlendikten sonra rüya bitti! Sanki benim peşimde koşan o değilmiş…” feryatlarını duyarız çevremizdekilerden. Ya da çocuk sahibi olmayı çok istediğini, bebek hayalleri kurduğunu gördüğümüz insanların, sonrasında çocuklarıyla olan ilişkilerini gördüğümüzde şaşırır kalırız.
Burada yatan hastalıklarımız türlü türlü olsa da en önemlisi, istediğimiz şeyi hiç hakkımız olmadığı halde bize verenin varlığının unutulmasıdır.
Kendi gayretimizle yaptık sanarız ve zannımızdan dolayı aldanırız. Verildiğini ve alınacağını unutur şımarırız…
İkincisi ise şimdiki zamanı “çekilmez” buluşumuz gelir. İçinde bulunduğumuz an değersizdir. Bir sonraki ‘’an’’a kayar zihnimiz. Hep orada yaşamak ister, böylece şimdiki zamanda varlık olarak var edilenleri fark etmek ve anlamlandırmak işinden kurtarırız kendi kendimizi. Patoloji de tam da bu noktada başlar. Şimdide var olamayan, aslında hiçbir zaman da var olamayacaktır!
Var olmanın ağırlığı ve sorumluluğundan “düşünerek” bir yol bulamayan insan, “kaçarak” bir yol icat etmeye çalışır ve hayallerinin kollarında avunmayı seçer. Evde yalnızsa dışarıya çıkmayı ister. Dışarıdaysa evinin özlemini anlata anlata etrafını bıktırır. Çocuğu küçükse büyüsün ister; büyükse küçülsün... İşteyken tatili özler; tatile gittiğinde işe dönmek için gün sayar… Böyle böyle ömrü tüketir.
“Belki bununla mutlu olurum. Olmadı diğerini denerim, yine olmazsa eski halime dönerim.” demekle geçer bir ömür.
Oysa yaşam, her anında binlerce anlam takılmış bir hediye paketidir. Şimdi açmadığımız her paket, bir daha hiç açamayacağımız bir pakettir aslında. Yani evde koltukta otururken mutsuz olan adam, o koltukta mutluluğu bulamadıysa dağın zirvesine çıksa da yine mutluluğu bulmayacaktır.
Yüzümüzün gülmesi, yaşadıklarımızın ne olduğuyla ya da nerede, kiminle olduğumuzla değil, yaşadıklarımızı bizim nasıl anlamlandırdığımızla sonsuzca anlam kazanır.
Değiştirilmesi gereken şey, dışımızdaki şartlar değildir, içimizde şartları nasıl anlamlandırdığımızdır. Bu “evlenmeyeceğiz”, “gezmeyeceğiz”, “dağın tepesine tırmanmayacağız” değildir elbette. Fakat ne yaparsak yapalım, yaptığımız şey değil, hangi anlamı yüklediğimiz öncelikli olacaktır.