SahafZade’de Kültür Sohbeti
Öncelikle “Sahafzade” kelimesinin yanlış yazıldığını düşünenler olabilir. Haklılar da. Ancak Giresun’da bulunan bir kitabevi ismini böyle vermiş. Yani sahaf ve zade kelimesi bitişik yazıldığı halde, ortada bulunan “z” harfi büyük yazılmış.
Her ne is. Konumuz bu değil.
Geçen hafta SahafZade Kitabevi tarafından tertip edilen bir sohbet toplantısına üç kişi davet edildi. Öncelikle böyle bir faaliyeti gerçekleştiren müessese sahibi Sayın Fatma Civelekoğlu Geçer’e teşekkür ediyoruz.
Üç kişi demiştik. Gürsel Karataş’ın şair, Nurten Akpunar yazar ve İsa Yar şair-yazar olarak yerini aldı bu sohbet toplantısında. Böyle bir toplantının bir kitabevinde olması daha da bir anlam kazandırdı. Üç eser sahibi daha önce planlandığı üzere önce kendilerini tanıttılar. Daha sonra da orada bulunanların sorularını cevaplandırdılar.
İlk olarak Sayın Gürsel Karataş yaptı konuşmasını. Son Seyran adlı şiir kitabının nasıl gerçekleştiğini anlattı. Tabii şiir yamaya nasıl başladığını da. Sayın Karataş etrafında ilgisini veya dikkatini çeken her şeyin bir yazma sebebi odlundan bahsetti. Her şiirinin bir görünen hikâyesi bir de gönül hikâyesi odlunu söyledi. Böylece kelimelere hem ruh hem de bir anlam kazandırdığını belirtti.
Daha sonra Sayın Nurten Akpunar konuştu. Basılan iki kitabı yanındaydı. “Dağların Eteğinde” ve “Yabancı” adlı eseri başta olmak üzere neşredilmemiş eserlerinin nasıl vücuda geldiğini anlattı. Özellikle lise edebiyat öğretmeninin söylediği “Yazmak ölümün elinden bir şeyler koparmaktır” sözünün kendisini etkilediğini söyledi. Şiiri sevdiğini ancak şimdilik roman üzerinde çalıştığını, şiirin edebiyattaki yerinin çok farklı olduğunu söyledi.
Daha sonra sayın İsa Yar konuştu. Yaklaşık yarım asra yakın kültür ve edebiyatın içinde olan İsa Yar’ı neşredilen iki kitabıyla tanıtmak haksızlık olur. O sadece şair ve yazar değildi. “Saklı Sözler” adlı deneme kitabı ile “Hüzün ve Sağanak” adlı şiir kitabı sadece işin görünen kısmıydı. Yazmadıkları yazdıklarının yanında aysbergin su altında kalan kısmıyla dahi mukayese edilemezdi.
O da konuşmasını yaptı…
Yukarıdaki hakkında yapılan kısa girişten de “sezileceği” gibi biz onu burada anlatamayız. Aslında genç şair ve yazar adayları ve edebiyat tahsili görenler tarafından yakından incelenmesi gereken biri İsa Yar.
Ülkede tenekeyi altın diye tanıtıp satanların yanında o aklında ve gönlündeki mücevheri anlayamadılar. O bir kültür adamıydı ve yazıyordu. Aynı zamanda o bir şairdi…
“Altının kıymetini sarraf anlar” misali bilenler biliyordu onu.
Üç konuşmacıyı dikkatle dinledim. Onlar bir eser sahibiydi ve eserleri ve onların nasıl meydana geldiği hakkında konuşuyorlardı. Bizler de okuyucu ve dinleyici sınıfında idik ve dinliyorduk. Kimi okur kimi yazar. Böyle olmalı ki okumanın da yazmanın da bir kıymeti olsun. Değil mi?
Dinleyiciler arasından sorular soruldu. Soruların büyük çoğunluğu şiir üzerineydi. Sorunun muhatabı olan kişiler cevapladılar. Bir zaman sonra iş samimi bir havaya büründü ve herkes birbirleriyle konuşmaya başladılar. Doğrusu çok güzel bir ortamdı.
SahafZade Kitabevi önemli bir iş yapmıştı. Hem gelen şair ve yazarlarla tanıştık, hem de dinleyiciler bu sohbetten istifade ettiler. Ne yalan söyleyeyim yarım asra yakın okumama rağmen istifade etmediğimi söylemem. Üstelik kisve-i tab’a yani basılmış bir esere sahip olmamama rağmen bu toplantıda dinlediklerimden bir yazı yazacak hale geldim.
Bu tür faaliyetlerin ülkenin her yanında olması temennilerimiz arasındadır. Yeni nesiller daha öncekiler gibi kendileriyle baş başa bırakılmamalı onların önünü açacak bazı şeyler yapılmalıdır. Hem de gönül sahiplerinin de tanışmasına vesile olunmalıdır.
Yazımızı Büyük şair Nefi’nin bir mısraı ile bitirelim:
“ Ehl-i dil birbirini bilmemek insâf değil”