Sağlıkta Suçlu Kim?
Küreselleşen dünyada hekimlik mesleği, hastalıkları önleyen ve sağlığı koruyan bir sanat olmaktan çıkarak hastalara ilaç ve yüksek teknoloji giydiren bir konfeksiyona dönüşüyor. Hekimin ilgisi ve iyileştirici gücü ise ilaç, teknoloji ve paraya devrediliyor. Artık hekimin saygınlığı bile kariyeri, şöhreti ve aldığı ücreti kadar… Sevilen, sayılan ve kutsal bir otorite gibi duran hekim algısı artık yok! Hekim yüzünüze değil bilgisayarın ekranına bakarken sizinle değil bürokratik işlemlerle ilgileniyor. Soğuk makinaların içinde, bilgisayarların teşhis ve tedavisine sunulan, ölçülüp biçilen, borsada işlem gören ve menkul değerlere çevrilebilen hastalık dünyasında yaşıyoruz. Sağlık ise paranın gücüne göre alınıp satılan tüketim malzemesi oldu.
Dr. K.Y.’ den “Kalbime koy başını doktor” isimli kitabımın www.medimagazin.com sitesindeki tanıtım yazısına gelen bir yorum. Hasta veya doktor herkesin mutlaka okuması ve üzerinde düşünülmesi gereken bir yazı. Dr. K.Y’ ye sonsuz teşekkürler…
Küreselleşen dünyada hekimlik mesleği, hastalıkları önleyen ve sağlığı koruyan bir sanat olmaktan çıkarak hastalara ilaç ve yüksek teknoloji giydiren bir konfeksiyona dönüşüyor. Hekimin ilgisi ve iyileştirici gücü ise ilaç, teknoloji ve paraya devrediliyor. Artık hekimin saygınlığı bile kariyeri, şöhreti ve aldığı ücreti kadar…
• Sevilen, sayılan ve kutsal bir otorite gibi duran hekim algısı artık yok! Hekim yüzünüze değil bilgisayarın ekranına bakarken sizinle değil bürokratik işlemlerle ilgileniyor. Soğuk makinaların içinde, bilgisayarların teşhis ve tedavisine sunulan, ölçülüp biçilen, borsada işlem gören ve menkul değerlere çevrilebilen hastalık dünyasında yaşıyoruz. Sağlık ise paranın gücüne göre alınıp satılan tüketim malzemesi oldu. Sosyal güvenlik kurumunun paket programına giren hastalar, hastalık borsasında ödenen para kadar hizmet alabiliyor. Hastanelerin sağlıksız salonlarında ‘sıradaki gelsin’ komutuyla harekete geçen hastalar, dev süpermarketlerde alışveriş krizine girmiş müşteriler gibi köşe bucak şifa arıyor.
• Seri üretimi yapılan ilaç ve teknolojinin maksimum tüketimi için, yaşam tarzının piyasaya sürdüğü hasta kuyruklarını kar amacıyla işleyen dev hastaneler fabrika gibi çalışıyor. Paket fiyatlarla kurulan hastalık borsasında satılık hastalıklar, hasta ve hastanelerin beğenisine sunuluyor. Seç, beğen, al! Hastaneler ucuz fiyat biçilen hastalıklardan şikâyet ederken, hastalar köşe bucak fark almayan hastane arıyor. Yaratılan moda herkesi hasta ediyor.
• Artık hekimin ve hastanın robotlaştığı, sağlığın ise metalaştığı duygusuz ve vicdansız bir dünyada yaşıyoruz. İnançları bile sorgulamaktan çekinmeyen bu yenidünya, kanıta dayalı bilim ve tıbbı tabulaştırırken sektörün yönlendirdiği milyar dolarlık araştırmaların özeti olan bilimsel rehberleri kutsal kitaba dönüştürüyor. Dün yumurtayı yasaklayan, bugünse helaldir diyen kutsal(!) metinler karşısında, hastalar ne yapacağını ve kime inanacağını bilemiyor. Araştırmaları, ilaçları ve teknolojiyi kutsallaştıran bu yeni tıp anlayışı, sağlığı korumak ve hastalıkları önlemek yerine, gittikçe büyüyen dev bir sektör yaratıyor. Sağlığın önündeki en büyük engel; hayatımızın her noktasına burnunu sokan, kurallar koyan, özgürlüğü kısıtlayan, tehdit eden ve hatta aforoz eden işte bu küresel sağlık anlayışı.
• Sağlığı koruma ve hastalıkları önleme yerine, sektöre para getiren tıbbi işlemlere odaklanan bu anlayış, sağlığın önündeki en büyük engel. Çünkü herkesi hasta, hastaları da müşteri olarak gören bu sistem, sağlığın önünde bir duvar gibi duruyor. Sağlığa kavuşmak bu yüzden parasal engellerle dolu zorlu bir yarış. Bu engele takılanlar için sağlık, hastalık çölünde Leyla gibi bir serap. Hastalık ise bu hasta yaşam tarzında herkes için mecburi istikamet.
• Hastalık için yapılması gereken hastalıklarla boğuşmak iken, sağlık için yapılması gereken; hastalıklara yol açan risk faktörlerinin önlenmesidir. Yani sağlıklı yaşam tarzı ve sağlıklı çevrenin sağlanması, katkı maddeleri, fastfood, zararlı meşrubat ve gıdaların yasaklanması, hipertansiyon, diyabet, şişmanlık, sigara, tembel yaşantının önlenmesi…Hastalıkların önlenmesi, hastalık oluştuktan sonra tedavisine göre, çok daha kolay, ucuz ve mantıklı olduğu için İngiltere bile şimdi bu yolu seçmiş bulunuyor. Eski Çin’de 4600 yıl önce başarıyla uygulanan bu sistemde, doktorların geliri hasta sayısına göre değil toplumun sağlık durumuna göre artıyordu. Yani hasta sayısı arttıkça doktor geliri azalıyor, hasta sayısı azalıp sağlıklı insan sayısı arttıkça toplum sağlıklı hale geldikçe doktorun geliri artıyordu. Sistem, hastalıktan değil sağlıktan besleniyordu. Salgın hastalık halinde o bölgeden sorumlu doktor her şeyini kaybediyordu. Bu yüzden doktorlar tüm varlıklarını, hastalıkların önlenmesi ve sağlığın korunmasına adamışlardı.
• Peki şimdi nasıl? Küresel sağlık sisteminin uygulandığı ülkemizde doktorlar, sağlıktan değil hastalıktan para kazanıyorlar. Performans adı verilen gâvur icadı bu sistemde, ne kadar hasta bakar, ne kadar ameliyat yaparsanız o kadar para kazanıyorsunuz. Daha fazla para kazanmanın yolu daha fazla hastalıktan geçiyor. Böyle bir ortamda hastalıkların azmasına ve satılık hastalıkların artmasına şaşmamak gerekir. Özellikle hukuk, ahlak ve insani değerlerin iflas ettiği ve en yüce değerin para olduğu toplumlarda güven duygusu yok olacaktır. Böyle bir toplum ise bedensel, ruhsal ve sosyal yönden her türlü hastalık ve yolsuzluğa açık, sağlıksız bir toplum olacaktır. Özetle sağlığı ticarileştiren ve daha fazla para kazanmaya dayanan bu sistem; zincir hastaneler, ithal doktorlar ve milyar dolarlar getiriyor. Hastalıkları önleme, sağlığı koruma yani yaşadığımız akvaryumu temizleme ise sektör için çöküş getiriyor. Hastalıkları önlerseniz zincir hastaneler, ilaçlar, cihazlar ve gittikçe büyüyen trilyonlarca dolarlık sektör ne olacak? Ecdad yadigârı Haseki, Haydarpaşa, Vakıf Guraba gibi vakıf hastanelerin başını çektiği Osmanlı sisteminde ise para kazanma değil, hayır işleme, sevap kazanma anlayışı hâkimdi.
• Daha fazla kar etmek hırsıyla her alana yayılan küresel sağlık anlayışı, sağlığımızı yarış pistine çevirirken sağlık çalışanlarını da para hırsıyla koşturulan yarış atı yapıyor. Bu yarışta kullanılan ‘Performans’ adı verilen gavur icadı kırbacın amacı, trilyon dolarlık küresel değirmeni döndüren bu yorgun atları coşturmak. Hedefi ise ilaç ve teknolojinin üretim dağlarını öğütmek. Bu değirmen, gerçekte hastalıkları değil sağlık ve hayatımızı öğütüyor. Uygulandığı her yerde hasta sayısını ve ölümleri azaltmıyor, aksine artırıyor. İnsanlık vicdanını ve genel ahlakı kanatan bu anlayış mutlaka değişmelidir ama nasıl?
• Hastaların kanı, canı ve gözyaşını paraya çeviren bu anlayışın gayesi sağlık değil, bitmek bilmeyen kazanma hırsı. Sağlık ve hastayı metalaştıran bu sistem, pazarlama görevi verdiği hekimi komisyoncu duruma düşürüyor. Kutsal vakıf şifahanelerinin yerini, kar etmezse kapatılmakla tehdit edilen hastaneler alıyor. Bu dev hastanelerin sağlığı koruma ve hastalıkları önleme işlevi ise budanmış durumda. Sosyal Güvenlik Kurumları ve hazinenin oluk gibi akıttığı harcamaların devamı için gerekli olan bu! Yoksa hastaya susayan ve sürekli hasta üreten bu sistem her an çökebilir. Oysa ki bu sistem yüzünden devlet ve toplum yapısı çöküyor, kimse farkında değil.
• Ülkemizdeki diyalize giren böbrek hastalarının yarısında sebep; hipertansiyon ve diyabet. Bu iki neden de önlenebilir. ‘Arkası bitmez dertlerle değil buna yol açan sebeplerle uğraşın’ çığlığını, akıl ve yetki sahipleri duyamıyor. Sivrisinek bulutlarıyla uğraşmaktan bataklığı göremiyoruz. Diyalize giren hastalarda diyabet oranı 15 yılda 5 misli arttı. Diyabet hızla artıyor, küçük Amerika oluyoruz. Hipertansiyonlu hasta sayımız ise 16 milyon. 21 milyon kişi de sırada bekliyor yani aday. Bu felaket değilse nedir? Sebep; yaşam tarzımız. Yaşam tarzı düzeltilirse böbrek nakli ve diyaliz sayısı hızla azalacak. Hızla arttığına göre, demek ki kıt kaynaklarımızı sebepleri önlemeye değil sonuçlarla uğraşmaya harcıyoruz. Bu yanlış yolun sonu, mahalle aralarına kadar yayılan zincir hastanelerle beraber doktor, ilaç ve tıbbi malzeme ithalatının patlamasıdır.
• Türkiye’nin toplam sağlık harcaması 1992 yılında 6 milyar dolar iken, 2006 yılında yüzde 500 artışla 30 milyar dolara yükseldi. SGK sağlık harcaması ise son 9 yılda yüzde 800 arttı. Kamu ilaç harcamaları 2003’de 5 milyar dolar iken 2006’da on milyar dolara çıktı. Son 9 ayda ilaç tüketimi rekor kırdı: 19.5 milyar euro. Son 4 yılda ruhsal depresyon ilaçları tüketimi bile % 85 oranında arttı. Sağlık Bakanlığına bağlı hastanelerde yapılan ameliyat sayısı 2002’ye göre 2005’de yüzde 270 arttı. 2007 yılında muayene olan hasta sayısı 500 milyon adete ulaştı. yani kişi başına ortalama 7 kere doktora gitmişiz. Hasta olma alanında dünya ve olimpiyat rekorları kırarken bunlarla övünen başka toplum var mı? Sağlığımızın iyi olduğunu ve iyiye gittiğini söyleyebilir miyiz?
• Sağlık savaşında hastalıklara harcanan para, son yıllarda kat kat artmasına rağmen, halkımız eskisinden daha sağlıklı değil. Hatta giderek daha hasta bir topluma dönüşüyor. Her gün yeni bir hastane açmakla, doktor, ilaç ve ileri teknoloji ithal etmekle meşgulüz. Ürettiğimizle değil tükettiğimizle övünüyoruz. Sigara – alkol ve zararlarına her yıl harcanan paranın, sağlığa harcanan parayı geçmesine ne demeli? Kıt kaynaklarımız akıl oyunuyla küresel sisteme akıtılıyor. İthal edilen elektronik sigaraya kadar yapılan bu harcamalar topluma irade, akıl ve sağlık olarak geri dönmüyor. Bize borç veren ülkelerin oyuncağı ve finans kaynağı oluyoruz. Sebepleri yok etmek yerine gücümüzü sonuçlarla uğraşmaya harcıyoruz. Ulusal ekonomi ve sağlığımız tükeniyor.
• Bu sonuçlara yol açan bataklığı kurutmak yerine, son 10 yılda 2 kat artan ve önümüzdeki 10 yılda 2 kat artacağı öngörülen koroner kalp hastalarının teşhis ve tedavi sorunlarıyla uğraşmaktan sağlık sistemimiz yorgun. Hayatımızı karartan felaketin boyutunu çizelim: Bu sinsi sağlık savaşında ülkemizin kalp damar sağlığı alanındaki kayıpları bile, günümüzün işgallerinden, tsunamiden ve beklenen depremde tahmin edilen kayıplardan daha fazladır. Sivrisinek bulutlarıyla uğraşmaktan bataklığı göremiyoruz. Bu felaket değilse nedir?
• Kirli akvaryumun neden temizlenmediği ve kirlenmesinin neden önlenmediği sorusu ise cevapsız. Sağlığa harcanan bunca parayla yaptığımız, kirlenen hasta balıkları güya tedavi edip yine aynı kirli akvaryuma atmak. Akvayumu temizlemek ve kirlenmesini önlemek ise idrak sınırlarımız ötesinde. Halbuki kültürümüz ve inancımızın temeli bu.
• SB ve Başkent üniversitesinin yaptığı araştırmaya göre, Sağlığa dikkat edilse ölümlerin %86’sı önlenebilir. Yani ölenlerin çoğu boşuna ölüyor. Asıl soykırım bu, asıl tartışılacak konu bu ! Çünkü bu felaket her yıl tekrarlanıyor. Tarihimiz de böyle bir felaketle karşılaşmadık.
• Dünya Ekonomik Forumu’nun Harvard Halk Sağlığı Fakültesi araştırmasına göre, 5 kronik hastalık olan kanser, şeker, ruhsal bozukluklar, kalp ve solunum rahatsızlıklarının gelecek 20 yıl içinde küresel ekonomiye getireceği yükün 47 trilyon ABD dolarını bulması bekleniyor. Dünya Sağlık Örgütü ise kişi başına yıllık 1,2 dolar (2 TL) harcanarak bu hastalıkların önemli oranda önlenebileceğini açıkladı.
Örgüt, özellikle fakir ülkelerin küçük miktarlarda yapacağı sağlık harcamaları sayesinde, sağlık sistemlerinin iflas etmesinin de önüne geçilebileceğini bildirdi. En zengin ülkeler bile hastalıkların önlenmesi konusunda ciddi araştırmalar yaparken biz ne yapıyoruz? Artan hasta sayısına yetişmek için ya doktor ithal etmek için çırpınıyor, ya da kıt kaynaklarımızı birilerini zengin edecek şekilde çarçur ediyoruz. Yolsuzluğun yeni tanımının kamu kaynaklarını çarçur etmek olduğunu hatırlatalım. Fiyatı 400 bin Euro’yu bulan yapay kalp destek cihazının ücretini artık devlet karşılayacakmış. Eski parayla bin hasta için 1 katrilyon eder. Bu servetle hastalıkları önlemek yerine, ithal mallara para saçmaya devam ediyoruz. Yazık değil mi milletin parasına, sağlığına. Zavallı halkı hastalıklara karşı kim koruyacak? Aydınlar bu konuyu tartışmaz da, neden doktor ithali için çırpınır?