Sağ, Sol ve Din
Bu ülke insanının selameti için, şu sağ – sol - din kavramlarının içerdiği anlam ve manaları bir de ben anlatıp yazmak istiyorum.
Ola ki, yoğurt gibi tutarda. Ülkemiz de sol yanına kavuşur. İnsan gibi, demokrasi de solsuz olmuyor. Denge için sola, sağa ihtiyaç var.
Ülkemizde öğrenim ve eğitim sorunu çözülmediğinden demokratik denge sağlanamıyor. Sağın yanında sol, matematiksel sayı çokluğuna bağlı olarak varlığını gösteremiyor. Dolayısıyla bizlerde her seferinde sağın yapıp yedirdiği ısıtılmış yemeklerinden artık bıktık, usandık.
Hiç olmazsa, güçlü iktidar sayesinde menü zenginleşseydi. Yediğimiz yemekler etli butlu olsaydı. Belki değişiklik için ihtiyaç hasıl olmayacaktı. Bizler de ister istemez memnun olurduk. Solu istemezdik. Sağı desteklemeye devam ederdik. Beklenen olmadığı için demokrasimiz tek renkli salata gibi oldu. Hiç tadı tuzu yok.
Solda da her şey yağsız pilav gibi, darmadağınık. Aşçısı yaşlı ve marifetsiz olduğu için uzun süredir kıvamında pilav pişiremiyor. Kıvamında pişirilemeyen pilavda ağız tadı vermiyor. Çünkü aşçısı pilavı ya yakıp dibine tutturuyor. Ya da pişiremeyip diri diri getiriyor. Dolayısıyla dibine tutturulmuş, yanık olarak sevis yapılan pilavda, pişmeyip diri diri servis yapılan pilavda yiyenlerin midesini ağrıttığından zevk alanların sayısı her geçen gün azalıyor.
Fakat bu arada her ne olursa olsun. Pilavı yapanlar, yaptıkları pilavı yiyip, kendi işlerini iyi kötü yürütüyorlar. İşi yürümeyenler ise sadece gariban halktır. Çünkü başa; sağda gelse, solda gelse, işler yürüse de, yürümese de onlar için hiç bir sıkıntı, sorun yok. Sıkıntı sorun yaşayan, onlar sayesinde hayattan sürekli dayak yiyen hep halktır.
Atılan dayağa da hani alışmadık değil. Alıştık alışmasına da sürekli tek taraflı dayak yiyip dövülmek insanın zoruna gidiyor. Bir tarafımız morartılıp çürütülüyor. Bir tarafımızın çürüyüp morarmaması için hiç olmazsa sırayla, sağlı - sollu gelselerde her iki tarafımızı birden dövüp gitseler. Hiç olmassa bizim de iki tarafımız birden acı çeker.
Bizlerin hiçbir derdine çare olup çözüm üretemeyenler, hiç olmazsa böyle bir çözüm üreterek bizi birazcık olsun rahatlatmış olurlar. Gelip gidenler bize boş umut bile olamazlarken, sürekli kendi geleceklerini garanti altına almayı çok iyi biliyorlar.
Şu anda iktidar, geçmişte dersine iyi çalışmış olduğu için şimdilik istikbali parlak. Ama geleceği karanlık mı? Aydınlık mı? Onu şimdiden bilmek mümkün olsa bile, söylemek doğru değil. Ama bizim demokraside bilinen bir gerçek var ki, o da biri gider, diğeri gelir.
Muhalefete gelince, o da bir an önce kendini toparlamalı. Toparlamak için tez aklını başına almalı. Ülkede hiç mi akıllı adam yok. Başka şeylerle uğraşacağına kendine birkaç tane akıllı adam bulsun. Bize bu şekilde tek renkli salata gibi demokrasi sunup yedirmeye hiç kimsenin hakkı yoktur.
Onlar derslerine çalışmayıp bu şekilde tenbellik edip, bize de tek renkli salatayı yedirmeye çalışırlarsa, biz de onların aklını başına getirmeyi çok iyi biliriz.
Onun için bir an önce, akıllarını başlarına alsınlar. Biri kırk yıldır iktidara tek başına hiç gelmemiş. Diğerinin de gelmeye hiç niyeti yok.
Her ikisi de ister yeniden mektebe gidip dünyayı ve hayatı yeni baştan okuyup öğrenip gelsinler. İsterse onlar da okumadan baştacı olanlar gibi okuyup yazmayı öğrenmeden önce ya akılların üstünü örtmeyi iyi öğrensinler. Ya da bir an önce okuyup yazıp adam gibi, adam olsunlar.
Herkes kendi inandığı inançlar doğrultusunda tutarlı olsun. Bu tür işler ayak üstü yapılıp, hemen kazanç sağlanacak işler asla değil. Akıl, ilim, idrak ve zaman ister. Bizi ve ülkeyi yönetmeye talip olanlar bu işleri düşünüp taşınmadan konuşup yalpa yapmasınlar. Kar getirmez. Toplumda bazı şeylerin telafisi de her zaman kolay olmaz.
Din de bunlardan biridir. Dini siyasete asla alet etmesinler. Çünkü dinlerde ara duraklar olmaz. Din, otobüsüne binen herkes bir anda kendini son durakta bulur. İnmek istese de ara duraklar olmadığı için daha önce inemez. Çünkü dinde binilen bir ilk durak, birde inilen son durak vardır. Onun için herkesin çok dikkatli olması gerekir.
Bu yüzden türbana takılıp çarşafa dolanmasınlar. Okuyup yazacaklarsa, önce kendi dillerini, kendi kültürlerini çok iyi öğrensinler. Sonrada kendi dinlerini, kendi dillerinde hem okuyup öğrensinler. Hem de okutup öğretsinler.
Müslüman halka, Kur –an okutacaklarsa. Ancak bu şekilde olur. Onun için önce halkın içine girsinler. Onlar gibi yaşasınlar. Yaşarlarken de onlara, cumhuriyetin laiklik ilkesine uygun bir tarzda Kur –an okumalarına öncülük etsinler. Bunu yaparkende Kur – an kursundan ziyade; cumhuriyetin kuruluşunda Atatürk’ün yaptığı gibi, Kur- an’ın mealinin güncelleştirilip okunmasını sağlasınlar. Kur-an’ın Türkçe mealden okunup anlaşılması, dinen halkın aydınlatacağı için önce halka sonra kendilerine büyük yararlar sağlayacaktır. Bunun getirisi herkese fazlasıyla yeter de artar bile.
İşte o zaman cumhuriyet güç kazanıp kök salar. Korunup kollanmasına ihtiyac kalmaz. Demokrasi yerleşip yeşerir. Gelişip olgunlaşır. Hak, hukuk, adalet yerli yerine oturur. Her geçen gün güven kazanıp üstünleşir. Halkımız akıllanıp güçlenir. İnsanımız değer kazanıp saygı görür.
Sevgi ve saygılarımla.
Cahit KARAÇ