Şafak Baskınından Sonra (IV)
On sekiz yaşına gelen Kurban Ağa orta boylu kara kuru bir adamdı. Ona “Deli Kurban.” diyorlardı. Oysa o kendine ben ağayım diyordu. Önüne kattıkları koyunlarla dağda taşta dolaşır, o civarı karış karış bilirdi. Verilen her işi layıkıyla yapar, kimseye zarar ziyanı olmazdı. Üstelik bilge sözleriyle insanlara öğüt verir, yaşıtlarını etrafına toplar hikâyeler anlatırdı. Malı mülkü yoktu ama sözünde mertti. Bütün varlığı Agop Emmisinden kalan değneği, hılliği ve köpeği Gollo idi.
Bibisi ölünce hepten kimsesiz kalan Kurban’ ı köylü öylesine içlerine sindirmişti ki, oradaki bütün evler onun evi gibiydi. Canı kimde isterse gider orada karnını doyurur, nerede isterse orada uyurdu. Kimsede onu incitmez, kırmazdı. Her hanenin halkıydı. Delilikle velilik arasındaki çizgiyi sanki o çizmişti. Bazen söyledikleriyle ve izlenimleriyle herkesi susturup kendini dinletiyordu, bazen de en olmadık işleri yapıp ya güldürüyor, ya da insanları kızdırıyordu. En çok da çocukları severdi.” Deli Kurban emmi.” diye seslendiklerinde, şefkatle; “Bu delinin adı Kurban, canı da sizi yaratana kurban olsun” derdi.
Bir keresinde; “Gölde, bir sona kız gördüm. Onunla evleneceğim.” diye tutturmuştu. “Sana köyden bir kız alalım Kurban. Göl sonasından vazgeç.” dediklerinde çok kızmıştı. Elindeki değneğini sallayarak; “Ekmek yediğim eve kem bakmam ben. Agop emmimin değneğini görmüyor musun? Belinizin ortasına indiririm. Deliler.” diyerek bağırıp çağırdı. Birkaç gün sonra da olanları unutup gitti.
Kışın en zor günleriydi. Karla kaplanan bölgede yol, iz kaybolup gitmişti. Birkaç Ermeni tüccar aylar önce getirdikleri hayvanları satmış, sınırdaki köylerine dönmek için yardım istemişti. Köy bakkalında konuşulurken, Kurban ayağa fırlamış “Ben götürürüm, her yer benim. Benden başka sizi kimse götüremez.” diye heyecanlanmıştı. Oraları onun kadar iyi bilen başka kimse yoktu. Yaz, kış, gece gündüz demeden gezip dururdu. Bazen günlerce gelmezdi köye. Soranlara; “Baba dağı/ dolandım baba dağı/ günler aşıp il olsa da / yâddan çıkmaz baba dağı.” diye cevap verirdi.
Köyün ortasındaki yoldan yürürken elindeki değneği sağa sola sallayarak küfür ediyordu. Pantolon paçalarını keçi kılından örülü çoraplarının içine sokarak dizine kadar çekmişti. Ayağına giydiği çarıklar, karda kayınca sırt üstü yere düştü. Değneği elinden kenara fırlayıp, ayakları havaya dikildi. Kalkıp üzerine bulaşan karları silkelerken bir yandan da söyleniyordu.
- Köpoğlunun gâvur dığaları[1] ben size gününüzü gösteririm. Eteğinizi camışın boynuzuna iliştirdiniz. Sizi öyle bir yere götüreceğim ki bir daha dönüşünüz olmayacak.
Üzerini çırptıktan sonra gözü değneğini aradı. Biraz ileride olduğunu gördü gidip aldı.
- Gollo… gollo gel. diye köpeğine seslendi.
Köpek yanına gelince;
- Haydi gidelim. Kardan kapalı yollarda, gâvurlara yol gösterelim. Bir yol göstereceğim ki onlara bir daha dönemeyecekler gollo. Yanında kuyruk sallayarak yürüyen köpeğiyle, köy bakkalına doğru yürüdüler.
***
Tipide savrulan kar, duvar diplerine birikmiş adam boyunu aşmıştı. Üstelik günlerdir süren yağış yeryüzünde ne bir siyah nokta, ne de bir iz bırakmıştı. Her yer beyaza belenmişti.
Kapı aralığından başını uzatan Kurban; “Gözümü kamaştırdın kar. Senin de gözün yansın emi.” diyerek odaya döndü, sönmüş sobadan aldığı isi gözlerinin altına sürdü. Bibi oğlunun evinden çıkarak, sırtında hıllik elinde değneğiyle yürüdü. Aşır dayının evine geldiğinde, kıyamet kopuyormuş gibi kapıyı aralıksız yumrukladı; “İçeriden kimdir o?” diyen Aşır Dayıya; “ Benim Kurban Ağan. Onları götürmeye geldim.” diye cevap verdi. Kapı açılınca içeri girdi. Yerinde duramıyordu; ”Tez olun hele, iki şafak yolumuz var.” dedi.
***
O sabah yola çıktıklarında, gökyüzünün berrak maviliği ve yeryüzünün lekesiz beyazlığından başka hiçbir renk yoktu. Kar üstünde parlayan güneş ışıkları, kamaşan gözleri acıtıyordu.
Önde yürüyen Kurban’ ı köpeği Gollo ve arkasından gelen üç Ermeni tüccar takip ediyordu. Dizlerine kadar yükselen karları elindeki değneği ile yoklayarak ilerliyordu. Güneş öğle vaktini gösterince dönüp arkasına baktı. ”Tez olun hınzırın balaları, bir arpa boyu yol gelmişiz.” diyerek çıkıştı. Uzun boylu olan ileri atılarak; ”Bir daha söversen seni burada öldürürüm deli.” dedi. Kurban adamın dediğine içerlenmiş; “Sen akıllıysan niye dalımca geldin. dığa.” diye cevap vermişti. Uzun boylu iyice sinirlenmiş Kurban’ ı karlar arasında yere yatırarak tekmelemişti. Elindeki değneğini birkaç kez savurunca adamın bacaklarına gelmişti. Diğerlerinin araya girmesiyle kavga bitmişti. ”Ben geri dönüyorum.” diye tutturan Kurban’ ın gönlünü almışlardı.
Bata çıka yürüdükleri yolu kısaltmak için karla örtülü gölün üzerinde ilerliyorlardı. Oranın göl olduğunu bilmeyen adamlar ise ses çıkarmadan arkada yürüyorlardı.
Vakit ikindiyi bulunca kar yağışı tekrar başlamış, sanki gökten yere tül perde inmişti. Arkalarında bıraktıkları ayak izleri çabucak kapanıyordu. Görünürde ise tek bir canlı yoktu. “Kurdun kuşun bile yuvasından çıkmadığı bu havada biz bir delinin arkasına takılmış gidiyoruz.” diyen adama arkadaşı, Ermenice bir şeyler söyleyerek susturdu.
“Anlamadım sandınız. Ama ben sizin dilinizi biliyorum. Agop Emmim öğretmişti.” dedi sessizce. “Ben deliyim öyle mi? Sizin yaptıklarınızı unuttum mu sandınız? Şimdi deli size neler yapacak göstereceğim,” diye içinden geçirerek kar yağışı altında önde yürüdü.
Donmuş gölün üzerindeki yürüyüşleri ara vermeden devam etti.
Önde Gollo, arkasında Kurban Ağa, onun arkasında da üç Ermeni Tüccar yürüyordu. Gollo delirmiş gibi sağa sola koşuyordu. Birden bir çatırtı sesi, ardından da bağırmalar duyuldu. Kurban arkasına dönüp baktığında üçü de kırılan buzun arasından gölün içine düşmüş debeleniyordu. ”Balıkçıların açtığı oyuk bu, yeni buzlanmış, üzerini de kar kapatmış ondan görmedim her hâl.” diyerek balıkçılara küfür etti.
Kurban oyuğun kenarında durarak bir müddet çırpınan adamları seyretti. “Boğulun geberin burada köpoğulları. Ama yokkk. Siz balıkları da murdarlarsınız. Mundar Allah vurmuşlar. Siz donana kadar burada bekleyeceğim sonrada çıkarıp karın üzerine uzatacağım kurt kuş yesin sizi.” diyerek karların üstüne oturdu. Biraz onların yalvarışlarını seyretti babası aklına geldi. “Benim anamı, babamı köyümüzdeki bütün akrabalarımı siz öldürdünüz. Ben hepsini gördüm ve hiç birini unutmadım.” dedi. Başını yukarı kaldırıp yüzünü gökyüzüne çevirdi. İri iri yağan kar altında, tanelerinin yüzüne düşüşünü ruhunda hissetti. Derin nefes alarak sırt üstü karın üstüne uzandı. Annesini, babasını düşünürken gözünden süzülen yaşlar kulaklarına iniyordu. Sonra yuvarlanarak yüzükoyun uzandı. Üzerine yağan kar altında ağladı ağladı…
Bir müddet sonra yerinden kalktı. Bulaşan karları silkeledi, hılliğini çırparak sırtına giydi. Değneğini eline alarak adamlara doğru yürüdü.
Oyuğun kenarına tutunmuş; “Bize yardım et.” diye yakarıyorlardı. Başuçlarında ayakta duran Kurban ne dediklerini dinlemeden çırpınışlarını seyretti.
Değneğini uzattı; “Tut ucundan köpoğlu sırayla çekeyim sizi. Burada bırakıp gitmeyi çok düşündüm ama sizin yaptıklarınızı ben yapamam ki. Üstelik Kurban bu işi yapamadı adamları öldürdü derler. Ha birde bibim derdi ki ‘Attığına göre taş olsun, yardığına göre baş olsun.’ Ben de hak veriyorum taşım sizden kıymetli, bu kötü başlara vurmam ben.” dedi.
[1] Rus delikanlısı. (Yörede küfür olarak kullanılır)