Saçlarına Konar Yıldızlar
Azra; sen çekip çıkarıldın bir midyenin gövdesinden ve hiç ait olamadın bir denize. “Özlemek” diye diye geçip gittin gözlerimden, ama yüreğimde hep demirliydin. Bildim ki, bir okyanus dolusu umuttun, bildim ki, hiçlik ortasında savrulup durdun. Hani, bir yengecin çatal dilinde, bir denizatının zerâfetinde, bir melek balığının renklerindeydin... Ben boş verdim geldiğin yeri, kal dedim benim cehennemimde!
Azra, dibinde kum tanesi bulduğun o günden beri, sen vurgun yedin dünyadan ve bir kum tanesinden yaratıldın. Bir dilim ekmek üzeri onca yalanda olsan, ben ekmeğin tadını alandım hep.
Kadınım, büyümeden gitme istersen ve aklına gelen her ne ise, biraz düşün... Kadınım, zulümlerden doğan çiçeklerde açar yüzün ve çiçekler solarken ağıtlar yakar toprak ve toprakta bilir sensiz olmayacağını! Kadınım, pervane misali uçtum sana ve yanında kavrulup döndüm küle... Zindanlardan çekip çıkardın ya umudumu ve gömdün ya öfkemi o zindanlara ve hiç olmaktan ötesinde var olmak koydun ya adımı... kadınım, sana rağmoldum ateşlerde yanacağımı bile bile!
Dünden geçip bugüne yolaldık beraber ve koca bir okyanusun tam ortasında azgın dalgalara rağmen atlayıp sulara bulmayı düşledin kendini. Azra, sen dokunulmaz olandın, kim ki dokunurdu sana, küle çevirdin! Sanma ki geri dönmektir aklımdaki, ben yanmak pahasına düşmedim mi ateşine ve canımdan geçip canına düşmedim mi kısa bir an içinde?
Azram dediğimde sana, bana öyle baktın ki; yıkıldı içimdeki ben, ben bana rağmen gelmedim mi kollarına ve def edilsemde bir hiç uğruna, sana hiç “Hoşçakal” dedim mi?
Vakit, ayrılık vakti ve vuslatlardır şu andan sonra düş dedikledim... Sen, ait olduğun denizlerde gözlerinde ay ışığı, ellerinde yakamozlar ve saçlarına konan yıldızlarla geçip gideceksin ve deniz sana aşkından balıklarına sırt çevirecek, bir incinin hatırına kendinden vazgeçecek!