Rüya İçerisinde Rüya
Her gece olur olmadık rüyalar görür ve çoğu zaman bu rüyaların etkisinde kalırız. Ya rüyalarımızın gerçek olmasını ister ya da gerçek olmasın diye dua ederiz. Belki de keşke hiç uyanmayıp o rüyanın içinde kalmayı isteriz.
Bir rüya gördüm; uyanmak istedim ama bir yandan da uyanmak istemedim. Rüya olduğunu biliyordum ama o kadarda gerçekçiydi ki, kalbim sıkışıyordu ağlıyordum, utanıyordum. Rüyamda askerdim. Bu aslında benim çocukluk hayalimdir. Ya polis yada asker olmak isterdim hep. Rüyamda asker olmuştum. Hem de bir Üst teğmen olmuştum. Ortada bir savaş yoktu. Ve İstanbul'' da görev yapıyordum. Bir kazı esnasında kurtuluş savaşında şehit düşmüş bir askerimizin ATAMIZIN naşını bulunuyor. Asker olunca biz çağırılıyoruz. Bir komutan olarak elbetteki ben!
Naşın yanına gidiyorum. Üstü başı yırtık, ayakları çıplak, 15-16 yaşlarında bir er ve tam kalbinden vurulmuş ellerinde sıkıca tuttuğu tüfeği ile yatıyor. Atamızı görünce bütün tüylerim diken diken oluyor. Nefesim kesiliyor, sanki bir yumruk boğazıma çöküyor. Kasketimi çıkarıp yanına diz çöküyorum. Elimi tüfehine uzatıyorum. Bir anda bütün vücudum titremeye başlıyor. Bir anda etrafım kıpkırmızı oluyor. Kulağımı resmen yırtan bomba sesleri duyuyorum, ve biri biraz ileride bir yere düşüyor. Kadınlar görüyorum, can havliyle yaralı askerlerimize koşan... Askerler görüyorum yanında şehit olan arkadaşına bakmadan düşmanın üzerine kurşun yağdırıyor. Ağlamak deseniz ağlayamıyorsunuz, bir öfke bir hırs her yanınızı kaplıyor. Elimdeki tüfeği sıkıca kavrıyorum ileri atılmak istiyorum. Az önce yerde yatan asker beni durduruyor. Gözlerimin içine bakıyor. Bu bakışlar yüreğimi delip geçiyor. Asuman diyor bana sonra komutanım.
''''- Bu gördüklerin senin tarih kitaplarındaki okudukların. Sen laf olsun diye, hikaye olsun diye okumadın bu yaşananları, her satırda yanımıza geldin. Bizimle savaştın, bizimle üzüldün, bizimle ağladın, bizimle öfkelendin ve bizimle sevindin. Biz sizler için savaştık. Sizlere iyi bir hayat sağlayabilmek için. Bizlerde bilirdik yabancıların hakimiyeti altına girmeyi, savaşmadan kendimizi onların eline vermeyi. Ölüm korkusu olmadan, belki de güle oynaya yaşardık. Size de farklı bir hayat sağlardık. Ama biz istedik ki; kendi topraklarımızda, başkalarının hakimiyeti olmadan, özgürce ve rahat yaşayın. Bizler vatanımız için sizler için kan döktük. Bizler YABANCILARI TOPRAKLARIMIZDAN ATMAK İÇİN SAVAŞTIK. Peki siz ne yapıyorsunuz? Ne için savaşıyorsunuz? Bu topraklarda BİZ olabiliyor musunuz?
Biz kanımızla suladık bu toprakları sizler yabancı paralarla mı suluyorsunuz? Benim yaşımda ki bir genç bu zamanda hangi koşullar altında? Sadece çocuk değil mi? Ben ve diğerleri, neden döktük bunca kanı? Biz üzülüyoruz, hani diyorsunuz ya kemikleri sızlıyor diye, sızlamaktan daha acısını çekiyoruz...''''
Bir anda her şey ilk haline dönüyor. Gökyüzü masmavi, güneş alabildiğine sarı. Bomba sesleri yok, her tarafta yere serilmiş askerler yok. Can havliyle koşturan kadınlar da gitmişler. Elim Atamızın tüfeğinde öylece bakıyorum ona. Donmaksa eğer bu donuyorum. Kelimeler yok, ağzımı açıp konuşamıyorum bile. Yer yarılsın içine gireyim istiyorum, olmuyor!...
Bir müddet sonra tüfeği de alıp kalkmak istiyorum. Ama atam buna izin vermiyor. Oysa, ben böyle bilmiyordum. Bir asker tüfeğini sadece komutanına verir, şehit dahi olsa... Fakat ben silahı alamıyorum. Atam kaşlarını çatmış ama gözleri yumuk. Bana kızdığını biliyorum. UTANIYORUM, UTANIYORUM, UTANIYORUUUUUUUMMMMM ve ağlıyorum.
Ter içerisinde uyanıyorum. Yine ağlıyorum. Rüya içerisinde rüya görüyorum. Uyanmak ise bana huzur vermiyor. Etkisinden kurtulamıyorum. Atamın bana sorduğu soruları tekrarlıyorum!...