Rus Sevgili (III)
Modası geçmiş müzik setine Rusça bandını zor yerleştirdi. Havanın kapalı ve oldukça kasvetli oluşu da canını oldukça sıktı. Evin, birinci katta ve balkonsuz olması odaları karanlık yapmıştı. İçerinin serinliğine de hiç aldırmadı. İçi, sarhoşluğun doyumu ile yanıyordu. Sinirleri her an hallaç pamuğu gibi dağılmaya hazırdı. Oğlunun,
“ Mami ben çok üşüyor.”
“ Kes sesini be! Olen, ne soğuk, bak her yer yanıyor.”
Olen, birazdan kötü bir şeylerin olacağını seziyordu. Annesinin son zamanlarda yaptıklarından oldukça korkar olmuştu. İçkinin, her geçen gün annesini kendisinden alacağını bilerek düşüncelerini yine de küçük bedeninin içine sakladı. Oda oldukça soğuktu. Dışarıda ayaz kapının altından üfürüyordu. Evde yakacak bir şeyler yoktu. Üzerinde ince tişörtünü saracak bir kazak bile bulamadı. Küçük ellerini göğsüne sıkıştırarak ısınma hareketine, annesi oralı bile olmadı.
“ Olen, Necati geldi bak! Orada oturuyor bak! Sende onu gördün mü ?”
“ Hayır mami! Sen hayal görüyor. Evde ikimizden başka kimse yok ki.”
“ Bak! Bak! bize sırıtıyor, tut onu Olen!… Tut onu sakın kaçmasın.”
“ Hayır! Mami hayır! Sen hayal görüyorsun. Ben korkuyor senden mami.” Natali, kendi kendine gülmeye başladığında, Olen, kendini daha da sıkıca sarmaya başladı. Yüreğindeki korku, üşümesini gittikçe artırıyordu. Annesinin yaptıklarına bir türlü anlam veremedi. Natali ‘ben hiç de sarhoş olacak kadın mıyım?’ cesaretli yürüyüşü ile mutfağa yöneldi. İçeri de kurtların dansını, kayık gözlerle seyretti. Mutfağın pis kokusu ve dağınıklığına aldırış bile etmedi. Salonda büzüşerek oturan oğluna, olanca gücüyle bağırdı,
“ Olen aç mısın?” Pısırık ve cılız bir ses belli belirsizdi.
“ Hem de kurtlar gibi mami” Natali, buzdolabını açmaya çalıştı. Yapamadı. Dolabı yukarıdan aşağıya doğru kayık gözlerle süzdü. Dolabın, ‘ ne yaptın ki, benden ne istiyorsun?’ dercesine içi boştu. Çürük sebze ve bir iki elma bile yenecek cinsten değildi. Kahvaltılıklara baktığında, küflenmiş peynir, artık beni çöpe at, yoksa içerisini iyice mahvederim tehdidini savuruyordu. Tek yumurtayı gördüğünde, altın bulmuş gibi sevindi. Yumurtayı titrek eliyle kavrayıp, dolabı ayağının gerisiyle sertçe kapattı. Tavayı aradı. Bulamadı. Musluğun altı bir lokantanın bulaşık hanesinden farksızdı. Tezgâhın içine iğne atılsa yere düşecek cinsten değildi. Tavayı, onca tabakların arasından zor seçti. İçinin küften beyaz olduğunun bile fark edemedi. Çeşmenin önünde temizlemek istedi. Deterjanı aradığında boşalan şişeyi buldu. Sinirlenerek fırlattığında, çıkan sesin şiddetine oğlu, bir solukta yanı başına geldi.
“ Ne oldu mami?”
“ Her şey tükenmiş bu evde! Dolap boş! Necati yok! Para yok! Hayat mahvolmuş! O görür! Bende onu mahvetmek!” Tavanın yağını soğuksuyla çözemese de, küflenmiş tavayı, öylesine yıkadı. Ocağın üstüne koyduğunda, sönük yanan ocağın sönmemesi için İsa’sına dua etti. Ekmek sepetine baktığında, bir iki dilim bakteri üretmeye yüz tutmuş ekmekle burun buruna geldi. Böyle olmayacağını anladığında, bir hışımla, Olen’in seyrettiği otuz yedi ekran televizyonu güçlükle kaptığı gibi kapıya yöneldi. Televizyonun arkasından sökülmeyen anten fişi de Natali’yi bırakmıyordu. Üzerindeki seksi geceliğine aldırış etmeden, evlerinin altındaki boyacının kapısını çaldığında nefes nefeseydi.
“ Komşi, evde çocuk aç! Bizim adam para bırakmamak. Sen bana biraz para vermek. Bu televizyon sizde durmak. Koca geldi. Ben de parayı size vermek.”
Pos bıyık, esmer ve genç boyacı, Natali’nin dişiliğini süzerek,
“ Ne kadar istiyorsun?” sorusu gözlerin derinliklerindeydi.
“ Ben bilmem Türk parası ne kadar olmak. “ Boyacı, bakışlarını Natali’ye devam ettiği bakışları arasında cüzdanından çıkardığı iki parça banknotu uzattı. Dışarı çıkışına kadar Natali’yi tepeden tırnağa süzdü. Natali’nin doldurduğu paketlerin içindeki şişeler birbirlerine çarparak, apartman boşluğunda yankılanıyordu. Mutfağa girdiğinde, oğlunun küs duruşuna aldırış etmedi. Olen,
“ Mami çizgi filmin, en güzel yerinde televizyonu götürdün.”
“ Sen merak etme! Rusya’da çok seyredecek! Şimdi mecburuz!… Mecbur!…” sözleri arasında sek içkisini bir dikişte yudumladı. Artık çocuklar gibi şendi. Her zamanki gibi, alkolle boğuşan bedenine sahip çıkamıyor, hırçınlığı, her kadehin bitiminde bir kat daha artıyordu. Beyni sanki durmuş, yaptığı dengesiz hareketlerinden oğlu bile korkar olmuştu. Alkol komasına girmesine ramak kaldığında korkudan titreyen oğlu ise, bir seğitmede Sevgi’yi eve getirebilmişti.
“ Annen nerde?”
“ Mutfaktan bir türlü çıkmadı. Ben çok korktu. Duvarlara yumruk atmak.” Mutfağa giren Sevgi, Natali’nin her zaman giydiği kırmızı geceliği ve dağınık saçları ile duvara yaslanmış bitap haline acıdı.
“ Natali, bu ne halin? Sana hiç yakışıyor mu?”
“ Ben artık bitmiş! Necati yok! Ben onu çok özledi!… Evde yemek yok!… Para yok!”
“ Tavada kömürleşen ne ?”
“ Olen aç. Ben de çok aç. Dolapta tek yumurta var. Onu da ben yaktı.”
“ Poşettekiler ne?”
“ Televizyonu aşağıya verdim. Bunları aldım.”
“ Sen geç içeriye, ben size bir şeyler hazırlarım.”
“ Sen çok iyi.” İltifatlarının ardından, gözyaşları da damla olup, kırmızı geceliğinin üstüne indiğinde izlerde genişliyordu. Sevgi, evin içini gezdiğinde, küçük oda görünümlü salonda, kokunun nereden geldiğini anlayamadı“ Olen’e,
Evdeki bu koku ne? Çiş kokusuna benziyor. Yoksa yatağına mı işiyorsun?”
“ Hayır! Sevgi teyze ben öyle şeyler hiç yapmaz.”
“ Evet, n’oldu, bu koku ne?” Olen, annesine bakarak,
“ …”
“ Olen, sana söyledim! İçerideki bu koku ne böyle?”
“ Mami.”
“ Annen mi ?”
“ Da, geçenlerde mami çok içmek var. Koltuğun üstüne çıkmak, eteğini sıyırmak ve bir erkek gibi çişini yapmak. Sonrada deli gibi gülmek. Ben çok utanıyor ondan. Hem de çok korkmaya başladı. Artık, ne yaptı kendini bilmiyor.” Sevgi’yi kolundan tutarak, banyoya götüren Olen,
“ Bak Sevgi teyze, anne çişi leğenin içine yapmak.”
“ Tuvalette problem mi var?”
“ Hayır. Mami hiç kendini bilmemek. Deli mi oldu ben anlamamak.” Sevgi, mutfakta yerde öylece kalakalan Natali’ye şaka yollu,
“ Natali, ayıp değil mi sana?” Yüzüne gelen dağınık sarı saçlarını elliyle geriye attığında,
“ Ben ne yaptı ki?”
“ Altına çiş baptın.”
“ Ben hiçbir şey hatırlamamak” mutfağın köşesinde yuva yapan ve yerinden kopan örümceğe gözü takılan Natali,
“ Bak! Bak! Necati duvarda yürüyor! Bana doğru geliyor! Çekilin önümden, onu göremiyorum!” Yatak odasına koşarak giden Natali hızla giyindi. Makyajını banyonun kör ışığında yaparken salona doğru hızlıca bağırdı,
“ Olen! Kapı çaldı! Necati geldi! Aç oğlum! Bekletme onu!”
“ Nayn, mami, kimse yok kapıda.” sözlerine sinirlenerek alkol koması arasında duvarları peş peşe yumrukladı.
“ Bak, ben demedim mi Necati geldi diye. Bırakın ben açmak kapıyı ona,” Kapıyı açan Natali, karşısında komşuları yaşlı teyzeyi görüp kayık gözlerle ne dediğini bilmiyordu.
“ Necati, beni neden bekletti sen? Ben çok özledi. Kilo mu aldı sen?”
“ Kızım kendine gel. Bak ben yaşlı, tansiyon ve de şekeri olan komşunuz. Gürültünüzden uyuyamadım! Vallahi böyle giderse, polise şikâyet edeceğiz.” Polis sözcüğünün kulağını tırmalamasıyla kendine gelen Natali,
“ Sen ne diyor be moruk!” haykırmasıyla, yaşlı kadının üstüne çullandı. Apartman yine ayaktaydı. . Sevginin gücü bile, yaşlı kadınının saçlarını tutup, yerlerde sürüklemesini engelleyemedi. Apartmandan yetişen komşuların zor ayırdığı Natali elinde kalan siyah saçlarla güçlükle evine sokulabildi.
Son sigarasını çıkartıp, yaktığında, odanın içi de toz dumandı. Olen’in öksürmesine aldırış bile etmedi. Zayıf görünümlü olmasına rağmen, gücü ve çirkefliği karşısında Sevgi bile ürkmüştü. İçinden, ‘bizim oğlana Allah, peygamber sabrı versin, böyle bir kadınla yaşamak insanı katil eder.’ konuşmasıyla Natali’yi tepeden tırnağa süzdü. Boğuşmanın ardından sakinleşen Natali, elinin arasında sıkışan kılları halının üstüne silkeledi.
Derginin orta sayfasındaki manken resmini Sevgi’ye gösteren Natali,
“ Necati, bu kadınla beraber dimi?”
“ Olur, mu hiç. O kim ki. Sen ondan daha güzelsin. ”
“ Hayır!… Hayır!… Necati, bu kadınla beraber. Sen biliyor Necati nerde?”
“ Haberim yok. Bize de bir şey söylemedi. Hadi şimdi rahatça uyu. geç oldu. Benimde gitmem lazım zira bebeğim mama ister.”
“ Necati… Necati… Ne…” sözcüğünü tamamlayamayan Natali filitresi yanmaya başlayan sigarasının sönmesine aldırış etmeden gözlerini ürkekçe bir noktada birleştirmesi oğlunu korkutmuştu.
“ Sen yine ses duydu dimi Olen?”
“ Hayır, mami, ben korkuyor senden.”
“ Bak! şimdi her yer karardı!…”
“ Hayır, mami, evin içi aydınlık. Hem de dışarı da güneş var. İnanmazsan bak!”
“ Necati’nin sesini duydun mu?”
“ Ha – yır! Ma-mi?”
“ Bak pencereden bana gülüyor…”
Natali çöktüğü yerden hızla kalkıp, dolaptaki Necati’nin bütün elbiselerini sokağa fırlattı. Necati’nin çok sevdiği siyah montuda atıp pencereden kendisini bırakan Natali’ye oğlu da engel olamadı. Olen, pencerenin pervazına yetişmeyen küçük bedeniyle sokak ortasında yatan annesinin cansız bedenini gözyaşları arasında seyretti. Büyük gürültü, çevreyi de hareketlendirmişti. Ambulansın yanık sesi uzaktan duyulduğunda mavi ışığın döngüsü sokakta yanmaya devam ediyordu.
Necati’nin evine dönüşü muhteşemdi. Kapının ziline dokunduğunda kapıyı Olen açtı.
“ Mami iyi değil. Hep hayal görmek. Sen gittin hep seni sayıkladı. Ben de çok korktu.” Natali, kırık ayağının ağrısına aldırış etmeden,
“Olen gelen kim?”
“ Necati amca mami!” Natali, oğlunun başucuna koyduğu içkisini yudumlamanın keyfi ve sataşması ile
“ Hep sen yaptı beni bole! Sen kayboldu. Ben de mahvoldu. Ben sana göstermek, seni mahvetmek. “ Sinirli bakışlarla yatak odasına yönelen Necati, elbise dolabını iki eliyle derinlemesine açtığında, özenle ütüleyip dolaba astığı elbiselerini görememenin çıldırması ile salona bütün siniriyle girdi. Natali’de koltuk değneğinin zorlaması ile tuvalete zor da olsa kaçabildi.
“ Seni ne yapmalı bilmiyorum ki. Dövsem, başıma bela olursun!… Allah seni bildiği gibi yapsın!.. Baş belası pislik!… Ben seni başımdan yok etmesini bilirim!…” Tuvaletten gelen sesler, çeşmenin karışımı ile ‘sen derdimi şeyime anlat’ dercesineydi. Rahatlama ile tuvaletten çıkıp sürünerek koltuğuna geçen Natali’ye,
“ Bak, zaten Allah senin belanı vermiş!”
“ Sen bana hiçbir şey yapamaz! Sen biliyorsun her yer sallanacak. Sen o zaman mahvolacaksın.” . Gün henüz aydınlığını belli etmeden, gece lambasının mum ışığındaki gücü içeriyi zar zor aydınlatıyordu. Necati’nin horlaması ile uyanan Natali’nin içini intikam duyguları aldığında, bu günü iple çekmişti. Yıllarını, umudunu ve her şeyini alan Necati’yi öldürmeyi ve ondan bir çırpıda kurtulmayı planladı. Yatağının gıcırdamasına aldırış etmeden, mutfağa güçte olsa girebildi. Çekmeceyi sessizce açıp, kalın ve tahta saplı bıçağı tercih etti. Sessiz ve derinden süründü. Salona tekrar geldiğinde, oğlunun tatlı uyumasını bir süre seyretti. Açılan üstüne battaniyesini düzeltip, Necati’nin yattığı odaya yöneldi. Kapıyı hafifçe araladığında, horlama sesi, ayak sesinin gürültüsünü bastırdı. Necati’nin yana dönüşünü uyanır korkusuyla, yere uzun uzadıya kamufle olarak bekledi. Horlama sesinin tekrar duyulması ile atmaca gibi kalbine bıçağı saplama fikriyle yattığı yerde bir süre daha öylece kalakaldı. Horlama mırıldanmaları yeni başladığında, içini derin bir rahatlama kapladı. Yerden doğrulup, loş ışığın gerginliği ile bıçağı havaya kaldırdığında, Necati’de dilinin damaklarına kadar kuruması ile uyandığında, bıçak da çekmecedeki yerinde parlıyordu.
(Bitti)