Ruhun Bilinmezliği (II)
İlk yazımızda "Sonuç olarak, psikoloji için farklı zaman ve bağlamlarda, farklı kategorideki insanlar; bazen birbirini tamamlayıcı ve birbirine yakın,
bazen de birbirinden uzak ve yekdiğerini nakzedecek nitelikte tanımlar yapmışlardır. Ancak bütün bunların ortak paydası, psikolojinin insan zihni ve ona bağlı olarak ruhunun tanınması, davranışa dönüşme süreci ve insan davranışlarına nasıl yön verdiği konularındaki bilinmezlikleri ortaya çıkarmayı; kısaca insan davranışlarının kökenlerine inmeyi amaçlayan bir çalışma disiplini olduğudur." demiştik...
Evet, pek çok anlamda kullanılmasına, çağa, bilimsel anlayış ve kültüre göre farklı yaklaşımlar sergilenmiş olmasına rağmen en genel anlamda psikoloji; insanlar ve hayvanların duygu, zihin ve davranış biçimlerini ele alan bilimsel bir disiplindir.
Daha dar ve teknik anlamda kullanıldığında ise psikoloji, zihin ve davranış üzerine yapılan bilimsel çalışmaları içerir.[1]
Barnhard’a göre ise zihnin bilimidir. Psikoloji, insanların eylemde bulundukları duygu, davranış ve düşünceleri açıklamaya çabalayan bir bilim dalıdır.[2]
Psikolojiyi tanımlamanın farklı biçimlerine ilaveten onu örnekler vererek “açıklayıcı” yaklaşımlarda bulunanlar da olmuştur.
Adler, psikolojinin insan için ne anlama geldiğini birkaç örnekle anlatır: “Yanıma yaklaşan yılanın gerçekten zehirli olması veya zehirli olduğunu düşünmem benim için aynı sonucu verir. Meydan korkusu olan ve toprağın ayağının altından kaydığı düşüncesini
taşıdığı için sokağa çıkmayan insan, normal halinde toprak gerçekten ayaklarının altından kaysa da aynı şekilde hareket eder.”[3]
Şu da bir gerçek ki, eğer olmamış bir şey karşısında olmuş gibi davranma yeteneği olmasaydı bir insanın yaşamadığı halde binlerce sayfayı yaşamışçasına yazması mümkün olmazdı.[4]
Jung’un psikoloji bilimine yaklaşımı Adler’e göre daha karamsardır. O, psikolojinin varlığını tuhaf bir çelişkiye bağlamaktadır. Özde psikoloji ruhbilim, ruhun bilimi anlamına gelmesine karşın Jung, onun ruhtan yalıtılmış, içindeki ruhsal öz boşaltılmış bir bilim olduğunu ifade eder. Psikoloji için, “ruhsuz bir ruhbilim” tabirini kullanır.[5]
Ayrıca Jung, ruhun öznelliği düşüncesini de benimsemez ve nesnel olduğunu söyler: “Ruhun kendine özgü bir sesi vardır. Ruh nesnel bir şeydir, varolma nedenini kendi içinde taşıyan ani bir parıldamadır; özgün deneyde bu nitelikle ele alınır, sandığımız öznelin ve keyfe bağlılığın yücelmesiyle değil.”[6]
Jung, yüzyılın psikoloji anlayışının böylesi “ruhsuz” bir çıkışa dayandığını ifade etmesine rağmen, genel olarak insan “ruhunun” ise onun hemen bütün reflekslerini belirli bir rol oynadığının altını çizer. Ona göre insan dış dünyayla her karşılaşmasında ruhunun emrindedir ve nereye bakarsa baksın ruhsal imgeler devrededir: “Bilincine vardığımız her şey ruhsal araçlardan başka bir şey değildir. Ruh, en yüksek gerçek bütünlüktür, çünkü gerçeği göründüğü gibi yansıtır.”[7]
Tıpkı Adler gibi o da dış dünyayla insanın bütün karşılaşmalarında ruhun tavır alışının vazgeçilmezliğine vurgu yapar: “Doğa ve ruh,
bilincime yığılan ruhsal içeriklerin kaynaksal belirtilerinden başka bir şey olmaz. Bir alev beni yaktığında, ateşin gerçekliğinden hiçbir kuşku duymam. Oysa bir ruhun belirivermesinden ürkerek korktuğumda, bunun yalnızca bir yanılsama olduğu düşüncesine sığınırım. Oysa ateş, fizik doğası, sonuçta bize yabancı kalan nesnel bir olgunun ruhsal imgesidir; aynı biçimde, hayalete duyduğum korku da düşünsel bir olgunun ruhsal bir imgesidir ve en az ateş kadar gerçektir, çünkü duyduğum korku ateşin yarattığı acı kadar gerçektir. Hayalet korkusunun yarattığı düşünsel işlev, maddenin gerçek doğası kadar yabancıdır bana. Ateşin doğasını kimyasal ve fiziksel kavramları kullanmaksızın açıklamam olanaksızdır; hayaletten korkmamı da ruhsal etkenlerle açıklamanın dışında başka bir
yol göremiyorum.”[8]
Buna karşın, günümüzde pisikoloji biliminin bir ihtiyaç olduğuna ve ondan vazgeçilmeyeceğine dikkat çeken Jung, pisikoloji biliminin de bir sınırı bulunduğunu ve ondan olmayacak şeylerin istenmemesi gerektiğini söyler.[9]
Pisikolojinin “üç büyüklerinin” görüşleri kısaca şöyledir:
Sigmund Freud[10], piskolojiye, insanın sadece bilinç üstü değil, onun bilinç altının olduğu gerçeğini tespit ederek, psikanalizi kazandırmış. İnsanı anlamakta karşılaşılan güçlüklerin aşılması için insan bilinçaltısının bilinmesi önemli katkı sağlar.
1902'de Freud ile tanışıp, öğrencisi olan Alfred Adler’in[11] psikolojik yaklaşımı ise; insanı herhangi bir davranışa iten sebeplerin bilinç altı ve bilinç dışı oluşumlar kadar insanlar arası ilişkiler, dolayısıyla içinde bulunulan sosyal ortam tarafından biçimlendirildiği tespiti üzerine odaklanır…
Bu yüzden onun bireysel pisikolojisi, her bireyin fiziksel ve sosyal çevresiyle girdiği ilişkileri tek tek irdeler, bu ilişkilerin birey özerindeki etkilerini tesbit ettikten sonra ondaki davranışlar hakkında hüküm verir…
Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan birisi olan Carl Gustav Jung[12]’un, insan pisikolojisine yaklaşımı önceki iki psikologtan daha gerçekçi ve daha normal olması bir yana, edebiyatla daha yakın temastadır.
Jung, hem Freud’un bilinçaltı, libido benzeri yaklaşımlarını önemser, hem de Adler’ın saptadığı insanlar arası ilişkilerin niteliklerini.
Fakat buna üçüncü bir ek getirir: Arketipler! Jung, böylece bilinçaltı olgusuna bir de bilinç dışının o geniş, bakir ve gizemli tarafını
eklemler. Jung’a göre, insan sadece bireysel tarafı olan bir özne değildir. Onun aynı zamanda bir de sosyal tarafı vardır ve sosyal taraf
da en az bireysel taraf kadar önemlidir. Bir insanın içinde bulunduğu haleti-ruhiye ile sergilediği davranışlarda bilinçaltı, libido, çevresel ilişkiler ne denli belirleyici ise tarihsel ve toplumsal art alan da o kadr önemlidir.
İnsan ruhu söz konusu edildiğinde, aslında insan beninin neredeyse tamamının psikoloji üzerine kurulduğu görülür. Psikoloji, gerçekten insan için düşünülenin ve tahmin edilenin çok üstünde bir yere sahiptir.
Bu yüzden, bugün anladığımız biçimiyle değilse bile, ruhu tanımak anlamındaki uğraşlar bağlamında insanlık tarihinin en eski uğraşlarından biri olmuştur ruh bilgisi. Ancak, modern öncesi dönemlerde insan bedeniyle ilişkisi bulunan zihin, zihin yapısı, çalışma biçimi gibi daha genel konularla ilgileniliyordu. Yakın zamanlara gelindiğindeyse insanlık tarihinin “bilgi” olarak gördüğü ruha ait yaklaşımlar yerini “bilime” bırakmıştır.
Paul Guilllaume, insan ruhuna dönük yaklaşımlarda bu ayrımı gözeten bir tanımlama içine girer. Ona göre, ruhbilim kelimesi, isminden de anlaşıldığı gibi, “ruh bilimi” manasına gelir. Fakat bu tanım, iki türlü meseleyi hatıra getirebilir:
1- Genel felsefe ve ya fizikötesi meseleleri (Ruh nedir? Tenden ayrı mıdır? Özdeksel midir veya değil midir? Ruh’un alın yazısı nedir?) bu meselelerin münakaşası, insan ve tabiat hakkında toplu bir kavrayış içerir. Bunların karşılıkları ile doğrudan doğruya gözlem neticesi elde edilemez.
2- Asıl ruhbilim meseleleri. Burada yapacağımız şey, tabii bilimlerde olduğu gibi, olguları betimlemek ve bunların şartlarını yani birincilerle sabit ilgisi gözlem vasıtasıyle görülen diğer olguları belirlemektir.[13]
Görüldüğü gibi Guillaume, ruhun bilgisiyle bilimi arasına bir ayrım yerleştirmiş ve modern öncesi yaklaşımla modern yaklaşım arasındaki farkı bu iki kavram merkezli ortaya koymuştur.
İbn-i Kayyim el- Cevzi de Kitabu r- Ruh adlı eserinde, “ruhun davranışa yansıyan taraflarından çok uhrevi hayata dönük tarafları irdelemiştir. Ruhun ölümlü mü ölümsüz mü olduğu; bedenlerden ayrılan ruhların taşınabilmeleri ve buluşabilmeleri için birbirlerinden ayırt edilmelerinin nasıl olduğu; ruhun ait olduğu bedenden soyutlandığında başka bir şekil alıp almadığı vs. gibi metafizik sorular ve yanıtlar bağlamında ele almıştır.[14]
Antik Yunan’a, hatta M.Ö 500’lü yıllara kadar bile uzanmakla birlikte bugün anladığımız biçimi ile psikolojinin tarihi 19. yy öncesine
gitmez. Çünkü, antik Yunandan başlayarak bu yüzyıla kadar ki süreçte psikoloji hep “ruh” ile ilişkilendirilen “herşey” biçiminde düşünülmüş ve bu anlamda da felsefeden, mantıktan, eğitimden ayırt edilerek bağımsız bir çalışma alanı olarak düşünülmemiştir.
19. yüzyılda da psikoloji fizyoloji ve fizikle ilişkilendirilmiş, Henry james istisna tutulursa gerçek kimliğine Freud’la kavuşmuştur.
Psikolojinin, bilim olarak kimliğini ispat etmesi ise, 20. yy’ın ilk çeyreğine rastlar. Özellikle Freud’un, psikoloyi diğer bilimlerin bir parçası olmaktan kurtararak bağımsız bilime dönüştürme çabası ancak 1930’lu yılarda karşılığını bulmuştur.
Evet, pisikoloji, her ne kadar insanın tanımlanması güç ve karmaşık olan tarafına hitap ediyorsa da, ruh çok ayrı bir şeydir…
Kur’an’da ruh kelimesi yirmi bir yerde geçer. Bunların dördü “er- ruh” şeklinde yalın olarak kullanılmış, on ikisi çeşitli terkiplerle Allah’a izafe edilmiş, dördü “ruhu’l-kuds”, biri “er-ruhu’l-emin” şeklinde yer almıştır.[15]
Anlaşıldığı gibi insan ruhunun derinliklerine uzanan Kur'an, ruh içerikli birden çok ayet içermektedir, onlardan bir kaçı şöyledir:
“- Irzını koruyan Meryem'e ruhumuzdan üflemiş, onu ve oğlunu, âlemler için bir mucize kılmıştık.”[16]
“...Rabbinin meleklere şöyle dediğini hatırla: "Ben, kuru balçıktan, şekil verilmiş kokuşmuş çamurdan bir insan yaratacağım. - Ben, onun yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman, siz hemen onun için secdeye kapanın.”[17]
“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.”[18]
Allah’ın ilk insanın bedenine, ayrıca anarahminde belli bir aşamaya gelen ceninlere ruhundan üflemesi konusunda müfessirlerce çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bazı ayetlerde, Meryem’i İsa’ya hamile bırakmak için Canabı Hakk’ın insan şekline görünmüş olarak gönderdiği Cibril’den “ruhumuz” diye söz etmesini ve “Meryem’e ruhumuzdan üfledik” mealindeki beyanını[19]
dikkate alan alimler Allah’ın “ruhum” veya “ruhumuz” tabirleriyle Cibril’i, “üfledim” veya “üfledik” tabirleriyle de Ruhulkudus, Ruhülemin, Ruh gibi isimleri bulunan Cibril vasıtasıyla insanda ruh yaratmasını murad ettiği sonucuna varmıştır.[20]
Antik Yunan düşüncesinde bile, Aristotales’in[21] dile getirdiği gerçek: Ruhun bilinmesi. Bu, bilinirse şayet, “gerçeklerin” gerçek manada incelmesine ve anlaşılmasına katkı sağlayacaktır belkide.
Ama nerdee…
Bilimin her şeyde (alanda) ilerlediğini iddia edenler “De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir”, ultimatonuna mı takılmışlar…
Yoksa 6666/6236 ayetten sadece bu ayet mi bilim insanının dikkatine takılmış, ki hala ruh’a bir tanım verememişler…
İnsanlık/düşünce tarihinde binlerce yıl önce, Aristotales tarafından fark edilen bu gerçek, ilerleme yüzyılı sayılan 20. ve 21. yüzyıllarda
ıskalanmış olması acı ve sıkıntı vermiyorsa bilim insanına, bu daha da acı vericidir sanırım…
Peki, pisikolojinin de ruh ile bağı kesilmişse, ruhu ne yapmalı, ve onunla nasıl bir iletişim kurulmalı, daha doğrusu; ruh nedir?
Evet, insan, hala kendisinin en önemli ve olmazsa olmazı olan bir kısmını/bölümünü-parçasını tanımamaktadır.
İnsanlığın insan eli ile çektiği bir çok sıkıntının sebebi de bu olsa gerek: İnsanın hala tanıyamadığı, keşfetmediği bir yanının olması.
Evet, Amerika, Ay ve daha bir çok yeri keşfeden ve edecek olan insan, hala kendini tam anlamıyla keşfetmeyi başaramamıştır.
“Kendini/nefsini tanıyan, Rabbini de tanır” sözü[22], burada çok anlam bulur bence.
Evet, beden ve doğa bilimleri ne kadar somut ve gözle gürülür tarafla ilgileniyorsa, ruh bilimlerinin de bir o kadar soyut ve kaygan bir
tarafla ilgileniyor oluşu Aristotales tarafından bile kabul edilmiştir.
Kendinden olan bir parçasını, senindir zannetiğin bir şeyi dahi göremiyor olmak?
Ruhunu tutamamak, tanıyamamak, görememek ne acı…
Ancak bu zorluk ve imkansızlık, insanın kendi ruhunu anlamaya dönük çabaların ihmal edilmesi anlamına gelmemeli.
Yani madem mümkün değil, ne uğraşacağım dememeli insan. Hele bilim insanı olduğunu iddia edenlerin bunu söyleme lüksü hiç yok…
(M. Burhan HEDBİ) Çarşamba, 23 Şubat 2011
*****dpnt*****
[1] - KASSIN, Saul; Psychology, 4. baskı, Person Education Inc., New Jersey, 2004, s. 5.
[2] - BARNHART, Clarence L ve BARNHART, Robert K.; The world Book Dictionary, C. II, Scott Fetzer Company, Chicago, 1989, s. 1680.
[3] - ADLER, Alfred; Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çeviren: Halis Özgü, Hayat Yayınları, İstanbul, 2002, s. 19-20.
[4] - ADLER; Sosyal Duygunun Gelişiminde Bireysel Psikoloji, Çeviren, s. 23
[5] - JUNG; İnsan Ruhuna Yöneliş, s. 23-24.
[6] - JUNG; İnsan Ruhuna Yöneliş, s. 23
[7] - JUNG; İnsan Ruhuna Yöneliş, s. 33-34.
[8] - JUNG; İnsan Ruhuna Yöneliş, s. 33-34.
[9] - JUNG; Analitik Pisikoloji, Çeviren: Ender Gürol, Payel Yayınları, İstanbul, 1997, s. 320.
[10] - d. 6 Mayıs 1856, ö. 23 Eylül 1939(Psikanaliz öğretisini geliştirmiş
olan Yahudi kökenli Avusturyalı nörolog. Kişiliğin 5 farklı dönemden
geçerek geliştiğini öne süren Psikoanalitik Kuram’ın kurucusudur.)
[11] - 1902'de Freud ile tanışıp, öğrencisi olan ve birlikte Viyana
Psikanaliz Topluluğu'nu kuran Alfred Adler d. 7 Şubat 1870 ö. 28 Mayıs
1937 (Bireysel Psikoloji ekolünün kurucusu, Avusturyalı psikiyatrist.
Derinlik psikolojisinin üç büyük kurucusundan biridir.)
[12] - d. 26 Temmuz 1875 ö. 6 Haziran 1961
[13] - GUİLLAUME, Paul; Ruhbilim, Çeviren: Refia Şermin, Milli Eğitim Basımevi, İstanbul, 1945, s.1.
[14] - İbn-i Kayyim el- Cevzi; Kitabu r-Ruh, türkçesi: Şaban Haklı, İz Yayıncılık, İstanbul, 1993
[15] - TDV İslam ansiklopedisi c. 35 s. 187, Madde: Ruh
[16] - Enbiya: 21/91
[17] - Hicr: 15/28-29
[18] - İsra: 17/85
[19] - Meryem 19/17-19; Enbiya 21/91
[20] - TDV İslam ansiklopedisi c. 35 s. 187, Madde: Ruh
[21] - Platonun öğrencisidir: d/M.Ö. 384 veya 385 ö/ M.Ö. 322
[22] - Hadis olduğunu söyleyenlerle beraber Aristonun sözü olduğu da iddia edilmektedir.