Rübab’ın Tazarru’-Namesi
Bugün, en azından bugün hiçbir yara bere almadan; yüreğimin üzerinde titreyen tüm acıları unutmaya çalışırken, kalbime değip geçen kelimeler bir yana geçmeyenleri unutmaya çalışırken ben. Ah ben.
O dalgın halimle kaldırımda yürüyordum.
Etrafımdaki insanlar yetişmesi gereken yerlere yetişmek için telaşla ilerliyordu. Benimse bir kahvenin şekerini ayarlamaya çalışmam gibiydi temkinli ve sakin ilerleyişim.
Ben, bunca kalabalık içinde kendi tenhalığımla.
Hem, tek başıma olunca ben her şey normal, ne zaman kalabalıklaşıyorum o zaman başlıyor her şey. Bir kenara sıkışıp kalan kelimelerim, imkansızlıklarım, alıp da verememelerim, verip de karşılık görememelerim . Tüm söylemlerim, kelamlarım… Ortada sıkışıp kalmalarım.
Hep böyledir bu. Ortada, tam ortada sıkışıp kalırım. Ailemin ortanca çocuğu olmamdan olsa gerek.
Elime aldığım her kitaptan; belki bir şiirden, hep farklı anlam çıkarırım. Farklı düşünüp, farklı yaşamak, ilgi odağı olmak, saygı görmek gibi bir şey değil bu. Bu, belki de ‘Şair bize söylemez biz şaire söyletiriz’ kuralındandır.
O dalgın halimle kaldırımda yürümeye devam ediyorum.
Hiç binmeyeceğim bir otobüse nedense dakikalarca odaklanıp bakıyorum. ‘ne kalabalık’ diye söylenirken üniversite yıllarımı anımsıyorum. Malum muhal farz ama yine yeniden dönsem o yıllara diyorum. Sonra hamuş olsam hiç konuşmasam. Birden unutuversem her şeyi.
Bir fincan kahvenin dinginliğinde gölgelensem.
Temizlensem.
Sahi, yarama nasıl bir merhem gerek şimdi benim. Söz. Kelam. Aşk. Edebiyât.
Hangisi alabilir yorgunluğumu?
Benim olanı; bende olması gerekeni, fıtratımın en lüzumlu olanını, kim suna bilir bana?
Bir kedinin başını okşamayalı, bir sardunyanın kokusunda seni aramayalı kaç zaman oldu?
İşte öylesine mahrur öylesine melun bir hal bu bendeki, hiç göremediğim bir dağın yamacına çarpıp dağılmaktan korkuyorum.
Korkum o ki tekrar toparlanamamak.
Bin parçanın bini bin yerde sabitlenmesi,
Hiç ölememekten korkuyorum ben.
O dalgın halimle kaldırımda yürümeye devam ediyorum.
Beyaz bir araba sinyal vermeden dönüş yaparken, diğer kaldırıma geçmekte olan bir kadının nasıl olduysa ceketine takılıp sürüklüyor. Sonrası ani fren ve etrafına yardım edebilmek için toplanan insanlar. Allah’tan birkaç sıyrıkla ayağa kalkabiliyor kadın. Şahit tutulduğum olayla ben bir tarafa, dumanım başka bir tarafa savruluyor. Bugün, en azından bugün kalbime hiçbir yara bere almadan yoluma devam edebilmekti temennim.
Şimdi ne iyi gelir bana.?
Hiç söylenmemiş bir söz mü, yoksa hiç yazılmamış bir hikâyenin baş kahramanı olmak mı?
Ya da hissedemediklerimi tekrar hissedebilmek mi?
Lakin ben hiçbir şey hissetmiyordum. Ne hayata ne de bir başka şeye. İlgimi çekmiyordu hiçbir şey. Etrafımda olup bitenlere bir yabancının yanında konuşulanları anlamayıp da gülümsemesi gibi anlamsızca gülüp geçiyordum. Sevemiyordum sevilen hiçbir şeyi, yaşayıp görecek çok şey var daha amenna, ama ben yaşayıp da göreceklerimi görmüş gibi hissediyordum.
Zorla şahit tutulduğum her şeye içten içe ‘beni şahit tutmayın’ diye bağırıyordum da yine de duyuramıyordum sesimi. Ben bağırdıkça yalnızlığım daha da kalabalıklaşıyordu. Ağlasam belki atacaktım tüm yükümü ama ağlayamıyordum. Hem ağlasam kim uzanıp silebilirdi gözyaşımı?
Böyle derinden bir melun iliklerime kadar işlemişken, kim çekip çıkarta bilirdi beni aydınlığa? Ruhumu, bedenimi en çok rahatlatan şey edebiyâttı. Amenna. Ama her şeyde olduğu gibi bunun da fazlası zarardı. Bu yüzdendir başka denizlerde dalgalanmam, zaman zaman uzaklaşmam, sil baştan başlamam. Odaklanamamam.
Varacağım yere kaç km kaldı , bilmiyorum. Zaten böyle hesap kitap işlerine pek de aklım ermez. Kaldırımda yürümeye devam ediyorum.
İtikadım geçit vermiyor fıtratıma.
İnatla yürüyorum işte.
Yanımdan, hayatımdan akıp geçen insanlar…
Her birinin farklı telaşları, umutları, hüzünleri…
Maddesi küçük maneviyatı büyük bu dünyanın kabul.
Şimdi biraz kaçıp yok olmak gerek bana. O yoklukta hiç olmak.
Mecidiyeköy’de bir çatı katına taşındım. Çok şükür bir işim var. İyi kötü kendi paramı kazanıyorum. Yazmayı planladığım yazılar çoğaldı. Ertelediğim, yapmayı planladığım her ne varsa biraz daha yakın tarihe çektim. Pencereye yakınım şu an, başımı kaldırdığımda; ayı, yıldızları velhasıl gökyüzünü çok net görebiliyorum. Uzansam yıldızları tutabilecek kadar yakınım. Martı sesleri odamı doldururken, yüreğimin en derinine işleyen cümlelerinizi anımsıyorum. Bilginize, ilminize ulaşabilmek güç, biliyorum. Lakin sizinle aynı hocadan ders aldık ya bu gurur bir ömür yeter bana.
Kaldırımda yürürken neden sonra fark ediyorum ki varacağım yere çok az bir mesafe kalmış. Enkaz altında kalan yüreğimi kandırmaya çalışırken ben, ah ben. Şimdi kim iyileştirip, sarıp sarmalar seni?