Rojava Kürtleri Mazlum Değil mi?
2002 seçimleri egemenler cephesinde derin yarılmaların habercisiydi. Cumhuriyet tarihi boyunca, “adam yerine koyulmayan” muhafazakâr Müslümanlar, hem önemli bir sermaye gücüne ulaşmışlar, hem de tek başlarına hükümet kuracak kadar kitleselleşmişlerdi.
Bu, büyük sermayeyi, basını, bürokrasi ve yargının kilit noktalarını yüz yıldır kontrol altında tutan ve bunu sürekli pekiştiren, devletin esas sahibi askeri vesayet için kabulü olanaksız bir durumdu.
Muhafazakâr sermaye bunun farkındaydı, ayrıca daha önce el konulan Ermeni ve Rum zenginliklerini, sonrasında çıkarılan Varlık Vergisi Kanunlarını unutmamışlardı. Sadece politik tasfiyeden değil, azınlıklara uygulanan “vergilerin” kendilerine de uygulanacağından korkuyorlardı. Eğer iktidarı ellerinde tutamazlar, bir kez daha kaybederlerse, tüm zenginliklerini de kaybedebilirlerdi. Yani darbecilerle kapışmak onlar için varlık yokluk meselesiydi. Ve darbecilerle böyle kapışıldı.
Olaya bir de geniş halk yığınları açısından bakarsak; Cumhuriyetten bu yana askeri vesayet ve darbeciler tarafından yönetilmiş olmak, başta Kürtler olmak üzere halk için derin bir hoşnutsuzluk kaynağıydı. Bu halk, 1960 da devrilen sağcı bir hükümetin ardından başka bir sağcı Demirel’i, solcuları asan 1971 darbesinden sonra Ecevit’i, 1980 darbesinden sonra Evren’in desteklediği Sunalp yerine Özal’ı iktidar yaparak, darbelerle arasına mesafe koymuştu. Darbeciler AKP’ye karşı aynı yola girdiklerinde, geniş yığınlar, demokratlar yine benzer desteği verdiler. AKP bu desteğin de gücüyle, darbecileri önemli ölçüde geriletti, iktidarını pekiştirdi. Bundan aldığı “cesaretle” Öcalan’la görüşmeleri açıktan yapmaya başlayıp Kürt Sorununu çözmek istediğini deklare etti. Demokratik kamuoyu ve geniş halk yığınları buna da açık destek verdi. Verdi, çünkü darbecilerin muhafazakar Müslümanlara olduğu kadar, Kürtlere, Ermenilere, darbe kuyrukçusu olmayan solculara, Nazım’ın ifade ettiği gibi, “Bursa’da Havlucu Recep’ten, Karabük fabrikasında Tesviyeci Hasan’a” kadar herkese düşman olduğunu biliyorlardı.
AKP bu dönemi geniş yığınlara karşı, “hep mazlumların yanında olduğu” propagandası ile götürdü. İsrail’e “kafa tuttu”, Dersim katliamı için devlet adına “özür diledi”. “Mazlumların yanında olmak” için mücadele etmeseler de, bu, geniş AKP kitlesinin de benimsediği bir söylem olarak kabul gördü. Bu “kabul görüş” ilk olarak Gezi Direnişi, ikinci olarak da Rojava Kürt Devrimi ile sarsıldı.
Birisi, talepleri, özlemleri, duyarlılıkları, kaygıları dikkate alınmayan milyonlarca genç, diğeri “kimliği” (*) dahi olmayan bir halktı.
Gezi üzerine yeterince yazdım, sözü Rojava ile bitirmek, daha doğrusu, “mazlumun yanında olup” Rojava Katliamını seyredenlere sormak istiyorum.
TC’de 70 yıl dilleri ve varlıkları inkar edilen, Dersim’de kadın, çocuk, yaşlı mağaralarda zehirlenen, Halepçe’de Saddam’ın gazı ile boğulan, İran’da Şahların, mollaların katliamlarına maruz kalan, Suriye’de vatandaş kabul edilmeyip, nüfus kağıdı dahi olmayan Kürtler mazlum değilse, mazlum kime denir? Kürtlerin bir diktatörlüğün çatırdamaya başladığı dönemde, kendi yaşam alanlarını korumak ve düzenlemekten daha insani hangi hakkı olabilir? Nusracı katil sürüsünü Rojava Kürtlerinin üzerine sürmek ve sürenlere sessiz kalmak mı “mazlumun yanında olmak”? Müslüman Kardeşlerin Suriye şubesine topluca üye mi olmak gerekiyor mazlum olmak için? Kızılderililer gibi soyları tükendikten sonra mı mazlum ilan edeceksiniz Kürtleri?
Ya da bana bir mazlum tarifi yapar mısınız?